Nostalji hikayelerinde isimlerini geçenlerin pek çoğunu tanımadığınızdan da anlaşılacağı gibi, yazan oldukça yaşlı biri olmalı..
O kişi, uzun süre hakemlik yapmıştı.. Kimine göre iyi, kimine göre kötü..
Bugün de kendini yazacağı tuttu..
Herkesin bir uğuru vardır. Kimi sağından kalkar, kimi önemli günlerde uğuruna inandığı kilodu giyer. (Eski hakemlerden Ömer Ozan ilk çıktığı maçta giydiği sarı kilodunu, hakemliği bırakana kadar kullanmak istemiş, İzmir’deki bir maçta çantasında bulamayınca masa görevlilerine “Koşun, bana sarı bir don bulun” demişti. Kaybolan kilodu aynı kalçada geçirdiği 20-25 yıldan sonra lime-lime olmuş, Ömer Ozan’ın etlerini saklayamaz duruma gelmişti)
Benim de uğurum orta sahayı sağ ayakla geçmekti. Bunu yıllarca kimseye fark ettirmedim. Orta çizgi sol ayağıma gelecek gibi olduğunda yay çizip, yolu uzatır, yine sağ ayakla geçerdim. Hakemliğimin son dönemlerinde birileri anlamış.
Abdi İpekçi Salonu tıklım-tıklım dolu.. Ne maçı olduğunu hatırlamıyorum.
Maç bitti. Gazeteci Abim Kahraman Bapçum soyunma odasına giderken beni yakalayıp, küfür etti. Oysa maçı da kötü yönetmediğimizi düşünüyordum.
“Hep senin yüzünden.” dedi.
Tabii anlamadım.
“Maçı Esat Yılmaer’le birlikte seyrediyorduk. –Bak, bütün maç orta sahayı sağ ayağıyla geçecek- dedi.. Maçın başından sonuna kadar senin ayağını takip ettim. Şimdi gazeteye gidip yazı yazacağım ama ne yazacağım. Maçı seyredemedim ki. Ayağını mı yazacağım?”
Hakemlik hayatımın en sonunda 1983’lü jenerasyonun maçlarını yönetmiştim.. Sinan Güler o tarihte İTÜ küçük takımında oynuyor. Maç koptu, gitti.. Fark belki 20-25 sayı. Sinan dripling yaparken arkadan topuna dokundum. Bir de perde yaptım.. Topu alan rakibi, Sinan’ın perdeye takılmasından yararlanarak kolay bir turnike attı. Sonra da maç bitene kadar topu hem rakibinden sakladı, hem benden. Hala gördüğümde takılırım.. “Eğer ikili sıkıştırmaya karşı top kaybı yapmıyorsan, bana borçlusun.”
Bir gün Caferağa Salonunda bir küçük maçı yönetiyorum. (FIBA hakemiydim ama alt yapı maçlarını kaçırmazdım) Maç sırasında çocuklardan birinin sürekli ayakkabı bağı çözülüyor, telaştan iyi bağlayamadığı için 2 dakika sonra oyunu tekrar durdurmak zorunda kalıyorduk. Bir kez daha çözülünce, bu defa yere eğilip ben bağladım ve nasıl bağlaması gerektiğini anlattım.
Maç bittiğinde Yalçın’ın büfesinin önünde bir kadın “İzin verirseniz sizi öpeceğim” dedi.. Tabii şaşırdım ama izin verdim. “Ayakkabısını bağladığınız çocuğun annesiyim. Siz bağlamasaydınız, bir defa daha çözüldüğünde ağlayacaktı. Teşekkür ederim” dedi. (Necip Kapanlı)