Övsem, “Eee, tabii abin” derler… Eleştirsem, aile içinde sıkıntı olur. Bu nedenle röportajın girişini olumlu, olumsuz yorumlar yakıştırmalar yapmadan hızla geçiyorum…
Ben Ebru Erdoğan… Ve röportaj konuğum İstanbul Büyükşehir Belediye koçu, ağabeyim Ertuğrul Erdoğan…
Avrupa’dan Türkiye‘ye… Altyapılardan A takımlara kardeş kardeş sohbeti..
Ebru Erdoğan : Ertuğrul Erdoğan basketbola nasıl başladı?
Ertuğrul Erdoğan : Aynı sınıfta olduğum bir arkadaşımın vasıtasıyla başladım. Mülkiye’nin seçmeleri vardı. Beraber gittik. Beni onun desteği ile Zafer Kalaycıoğlu takıma aldı. 1982 yılından itibaren aralıksız basketbola devam ediyorum.
E.E: Oyunculuktan antrenörlüğe geçiş nasıl oldu?
E.E: Mülkiye’de o zamanki adı Deplasmanlı İkinci Lig olan ligde uzun süre oynadım ama bir yandan da çok erken bir zamanda Mülkiye’de basketbol okullarında antrenör olarak başladım. Benim ilk çalıştığım takım Mülkiye küçük bayan takımıdır. 19 yaşımda hem oynayarak, hem de antrenörlük yaparak geçen beş sezon var. Zamanla, antrenörlükten daha çok keyif aldığımı gördüm. Tabii o dönemde profesyonel basketbolculuk da şu an ki gibi büyük paraların kazanıldığı bir ortam yoktu. Türkiye ikincisi olan Mülkiye küçük erkek takımındaki yardımcı antrenörlük görevimle de antrenörlüğü daha çok benimsedim. Ondan sonra da zaten Mülkiye ve PTT ile süre gelen bir alt yapı antrenörlüğü süreci var.
E.E: Oyuncu olmak mı, antrenör olmak mı daha zor?
E.E: Oyuncu olmak çok keyifli , antrenör olmak çok zor. Oyuncu kendi ile ilgilidir. Antrenör on iki tane oyuncuyu düşünmek durumundadır. Saha içindeki oyunu etkilediği için her oyuncunun her tür problemini düşünmek durumundadır. Medyayı, taraftarı, yönetimi düşünmek durumundadır. Antrenörlük, dışarıdan görüldüğü gibi “sahaya çık bir tane hücum seti bir tane de savunma düzeni göster ve bu iş bitsin” değildir. Oyunculuk basketbolun en keyifli tarafıdır. Gayet tabii oyunculuğun da zaman zaman zorluk derecesi artar ama antrenörlüğe göre daha kolaydır. Sonuçta oyuncu maçı oynar, eve gider ama antrenör maçı oynadıktan sonra neden kaybettiğini düşünür ya da nasıl kazandığını analiz eder. Antrenörlük 7 gün 24 saat yapılan bir iştir. Ofis çalışması vardır. Dolayısıyla antrenör mesleği dışarıdan algılandığı gibi seyahatlere gidiyorsun, bir antrenman yapıyorsun, şehri geziyorsun ve maça çıkıp oynuyorsun demek değil.
E.E: Ankara basketbolundan yetişen bir antrenör olarak Ankara basketbolunu nasıl değerlendirirsiniz?
E.E: Ankara basketbolunun son dönemini çok iyi görmüyorum. Çok fazla kulüp ve antrenör var ama üreten kulüp ve antrenör yok. Herkesin kendince haklı olduğu sebepleri mutlaka vardır. Ama gelinen noktayı Ankara basketbolu açısından hiç parlak görmüyorum. Tabii oturup bunun sebeplerini analiz edecek objektif bir bilgiye sahip değilim. Ama bence Ankara basketbolunun çok değerli antrenör büyükleri ve şu an çalışan çok değerli antrenörleri var. Geçmişte Atatürk Spor Salonu’ndaki Rüştü Yüce Eğitim Merkezi’nde Seyfi Kuştimur önderliğinde toplanırdık. Hem sohbet, hem seminer gibi analizler yapmaya çalışırdık. Ankara basketbolunun yine böyle bir beyin fırtınasına ihtiyacı var. Çünkü Ankara basketbol için çok önemli bir şehir. Sanırım son dönemlerde Ankara basketbolunun içindeki insanlar bunun çok farkında değiller veya o insanlar çok önemsenmiyorlar. Bizler altyapıda antrenörlük yaparken çevremizde çok örnek alabileceğimiz Seyfi Kuştimur, Aydın Örs, Cem Gökçe, Ercüment Sunter, Murat Didin, Halil Üner, Çetin Yılmaz, Haydar Ateş gibi üstyapı antrenörleri vardı. Biz onları izleyerek onlarla konuşarak çok şey öğrendik. Ankara altyapısı için bence çok önemli bir isimdir, Ali Burgul vardı. Bir Yenişehir ekolu vardı ki, Hayri Solmaz ve Selam Gökçe’nin elinin değdiği önemli oyuncu ve genç antrenörler vardı. Ben antrenörlüğe başlarken örnek aldığım Zafer Kalaycıoğlu vardı. Son zamanlarda Ankara’da bu kadar çok ismi bir anda sayamıyorsunuz. Bu isimlerin bir kısmı basketboldan uzaklaşmış. Genç antrenörlerin de Ankara’da işi pek kolay değil.
E.E: Peki buradan yola çıkarak genç antrenörlerimize tavsiyeleriniz neler olur?
E.E: Antrenörlük memuriyet değildir. Kendini sürekli geliştiremiyorsan, yeni bir şey öğrenmiyorsan, oyuncunu bilginle ikna edemiyorsan antrenörlük memuriyete dönüşüyor. Bence altyapı antrenörlüğünün vebali de büyüktür. Günümüzde çocuğunun eğitimini bile bir kenara iten aileler var. Çünkü zannediyorlar ki herkes çok büyük kontratlara imza atacak. Ama işin gerçeği öyle değil. Bu noktadan hareketle altyapı antrenörlüğü çok büyük sorumluluk. Çünkü siz altyapılarda bir hayal satamazsınız. Gerçekçi olmak zorundasınız. Gerçekçi olurken de bilginizi en üst seviyenize kadar zorlayıp o çocuğun hayatında pozitif etki yapmak durumundasınız. Rol model olmanız lazım. Bunlar dışında hedefiniz A takımlarda antrenörlük yapmaksa ve geldiğimiz noktada toplamda 7 yabancının olduğu takımlarda yabancı dil bilmiyorsanız bilgilerinizi aktaramazsınız. Dolayısıyla ilk aşamada dil öğrenmeliler. İkinci aşama olarak da kendilerinde eksik gördükleri konuları düşünüp araştırmaları gerekir. Ayrıca genç arkadaşların çok maç izlediklerini görmüyorum. Bizim jenerasyonumuz için Atatürk Spor Salonu’nun yan tarafındaki hakem lokali çok önemli bir yerdi. Orada buluşur konuşulurdu. Hakemlerle beraber maçlar izlenir ve maç üzerine tartışılırdı. Basketbol mesleğin ötesinde hobiye çevrilemiyorsa kendinize ve çevrenize çok faydanız olacak bir iş değil. Merak kaybolmayacak.
E.E: Fenerbahçe‘nin ve Galatasaray’ın Avrupa arenasındaki başarılarından söz edecek olursak neler söylersiniz?
E.E: Galatasaray’ın kulüp olarak çalkantılı bir dönemden geçtiği şu günlerde basketbol takımı olarak bu kadar bir arada kalabilmek bana göre Ergin Ataman‘ın, yanındaki asistan coachların ve Ömer Yalçınkaya’dan başlayarak idari kadronun büyük başarısı. Çünkü bir bütün halinde kalabilen bir takım var. Galatasaraylı olursun, olmazsın ama Galatasaray Basketbol Takımı’nın yaptığı Türk Basketbolu adına önemli bir olay. Fenerbahçe’nin ikinci Final Four yapışı. Elbette marka değeri çok yüksek bir coach ile çalışıyorlar. Ama bu sadece coachun yapabileceği bir şey değil. Fenerbahçe arkadaşlık olarak saha içinde, saha dışında net bir takım. Bir birliktelik var. Yapılan işten keyif alan bir topluluk var ki işin özü budur. Bunu başarabiliyorsanız uzun vadeli başarılar gelir. Ümit ediyorum onlar da finale kalır ve şampiyon olurlar. Galatasaray ve Fenerbahçe gibi iki büyük camianın Avrupa kupalarında bu noktaya gelmesi ülkemiz basketbolu adına müthiş bir başarı. Çok küçük bir parantez açmak isterim. Ümit ederim ki bu başarılar devam ederken Türk basketbolcuları bu kadrolarda daha fazla sorumluluk alacak noktaya gelirler.
E.E: Bu temenniden yola çıkarak altı yabancı konusundaki görüşlerinizi sorsam neler söylersiniz?
E.E: Bu global bir iş. Türkiye’ye yabancı antrenör gelmesin diyeceksiniz ama altı tane oyuncu serbest kalsın isteyeceksiniz. Kimse kusura bakmasın bu bana samimi bir düşünce olarak gelmiyor. Yabancı antrenörün de, yabancı oyuncunun da kalitelisi gelsin. Ancak altı yabancı durumunda sayı daha az olsa Türk oyuncular için daha iyi olur. Ama herkes diyor ki Avrupa’da başarılar geliyor. Bu çok uzun bir tartışma konusu. Basketbol camiası tarafından altı yabancının içeriği ne olmalı konusunun analizi çok iyi yapılmalı. Altı tane atletik Amerikalı mı olmalı, yoksa bunun ikisi Avrupa kıtasından, ikisi Okyanus ötesinden, ikisi Avrupa Birliği dışından gelen oyuncular tarzında bir kombinasyona mı gidilmeli?… Ki bu belki şunu getirecektir ; Türk oyuncusunun atletizme karşı olan zafiyetini bir parça tolere edecektir. Dolayısıyla bence buradaki içeriğe yönelik bir çalışma yapılmalıdır. Ama tabii Türk oyuncularında böyle bir durumda hareketlenmeleri , oyuna etki etmeleri kısacası daha çok çalışmaları gerekmektedir.
E.E: İstanbul Büyükşehir Belediyesi basketbol takımı gelişinizle bir çıkışa geçti. Takımın buraya kadar gelişini nasıl değerlendirirsiniz?
E.E : Ben kendimi çok başarılı bulmuyorum. Ben altıncı hafta geldim ve beş uzatma da oynasak çok ucundan da olsa biz arka arkaya çok maç kaybettik. Ben kendi performansım adına biraz geç reaksiyon aldığım için de bir öz eleştiri yapıyorum. Kendimi başarılı bulduğum konu genç Türk kadrosuna ciddi anlamda şans veriyor olmamdır. Bu çocukların da bence bu şansı en azından böyle zor bir atmosferde iyi değerlendirdiklerini düşünüyorum. Ama Türkiye’de artık, biz antrenörü değiştiririz yeni gelen antrenörle bir iki tane maç kazanırız ve yolumuza devam ederiz gibi bir algı oluşmaya başladı. Antrenörlük mesleğinde ve bir basketbol takımında asıl olan en önemli olay sürekliliktir. Herkes Fenerbahçe’yi ve Galatasaray’ı örnek gösteriyor. Bu takımların başındaki antrenörler üçüncü sezonlarını tamamladılar. Şimdi diyecekleri ki onlar başarılı… Galatasaray ve Fenerbahçe gibi kulüplerde ikincilik başarı değildir. Şampiyon olmanız gerekir. Bu ligin bir sürü orta sıradaki takımı şampiyon olamayacağına göre başarı kıstası nedir? Yönetimlerin oturup bunu düşünmesi lazım. Antrenör değiştirirken bir çok teknik konuyla ilgili fikri olan yöneticiler var ise gayet tabii antrenör değiştirmek bir seçenektir. Ama her sene iki antrenör ya da on iki oyuncu değiştirerek nereye varılacağı aslında bu sene ki ligin düşmeye aday kadrolarının çok ciddi analiz etmesi gereken bir durumdur.
E.E: Oğullarınızın basketbolcu olmalarını ister misiniz?
E.E: Küçük olan ilgiliymiş gibi ama ikisi de basketbolla çok ilgili değiller. Benim için temel bir hayata bakış açısı var. Mutlu oldukları işi yapsınlar bunun ne olduğunun önemi yok. Keyif aldıkları işi yaparken insanlara örnek olsunlar , ahlaklı olsunlar. Tabii ki spor bir disiplin olarak hayatlarının bir parçası olsun isterim. Ama bu sporun branşı önemli değil.
E.E: Unutamadığınız bir anınızı paylaşır mısınız?
E.E: Unutamadığım iki alt yapı anım var. Bir tanesi PTT (şu an ki Türk Telekom) ile 1994 yılında İstanbul’da Yıldızlar kategorisinde şampiyon oluşumuzdur. Ankara’daki son şampiyonluk da o olmuştur sanırım. O takımdaki oyuncularımla da hala görüşürüm. Hepsi benim için çok özel çocuklar… Bir diğeri ise Fenerbahçe’de yıldız – genç bayan takımlarında antrenör ve altyapı sorumlusu olarak çalıştım. Hayatımda bu kadar keyif aldığım bir sezon yaşamadım. O kızların bana öğrettiği bir çok şeyi onlar bilmezler. Antrenörlük hayatımda hala kullanıyorum. O çocuklar da bana çok şey kattı. Onlar da yıldızlarda şampiyon olmuştu ki ben gidememiştim büyük oğlumun doğumundan dolayı. Ama bu iki takım benim en önemli başarı öykümdür diye düşünürüm.
E.E: Son olarak altyapı antrenörlüğü bir antrenörü büyüten geliştiren antrenörlüktür diyebilir miyiz?
E.E: Bence böyle bir şablon yok. Bir çok insan direkt a takımdan başlıyor. Bu biraz hangi yoldan geldiğinizle alakalı. Benim altyapıdan başlamaktan başka şansım yoktu. Çünkü ben çok büyük bir oyuncu değildim. Dolayısıyla bu işin mutfağından başladım. Ama ismi büyük bir oyuncu olsaydım belki a takımlardan başlardım. Ama benim özelimde altyapı benim keyif alanım. Hedeflerim arasında bu seviyedeki antrenörlüğüm bittiğinde altyapıya dönmek de var.
E.E Teşekkürler koç…
(Röportaj: Ebru Erdoğan, 28-04-2016)