Cumartesi, Aralık 14, 2024
spot_img

Tamer Oyguç: Her uzunun içinde forvet ruhu vardır

- Reklam-

Çoğumuz, Tamer Oyguç’u Türk basketbolunun kaderini değiştiren olaylardan biri olan 1996 Koraç Kupası şampiyonluğuyla aklımıza kazımış durumdayız. Bugün bu zaferi kendisine hatırlattığımızda yüzünde oluşan sıcak tebessümle birlikte geçtiğimiz aylarda başladığı yorumculuk macerasının onda yarattığı heyecan ve mutluluğu görmemek elde değil. Daha önceki seneler Efes altyapısının başında görev alan Oyguç ile alt yaş kategorilerindeki basketbolcuların nasıl yetiştirilmesi gerektiğinden, Cedi Osman’ın kaptan tarafından ‘ye getirilip ‘e uzanan hikayesine varan kapsamlı bir röportaj yaptık.

”Her uzunun içinde bir forvet ruhu vardır.”

Günümüz basketbolunda pivot kavramının tamamen değiştiğini söyleyebiliriz. “Her takım oyun kurucusu kadar konuşur.” deniyor fakat artık takımlar pivotları kadar da konuşur oldu. Ivan Buva’nın İBB’de, Moustapha Fall’un Sakarya’da, geçtiğimiz yıl Ekpe Udoh’un, bu yıl ‘nin Fenerbahçe Doğuş’ta yaptıkları bunun en net göstergesi. Türk basketbolunda pivot denildiğinden akla ilk gelen isimlerden biri de sizsiniz. Sizin döneminiz ve günümüzdeki pivot kavramı arasında nasıl bir fark görüyorsunuz?

Öncelikle benim oynadığım dönemde hücum süresi 30 saniyeydi dolayısıyla basketbol daha yavaş oynanıyordu. Aslında daha sonra 24 saniyeli sisteme de yetiştim ancak o dönem süre fark etmeksizin daha statik beşler ön plandaydı ve durağan setlerle hücum ediliyordu. Bu yüzden pivotlar boyalı alana inerler ve orada kalırlardı. Daha sonra pas verilirse topu potaya gönderirler, aksi takdirde hayatlarına kaldığı yerden devam ederlerdi. Fakat daha sonra motion offense (hareketli hücum sistemi) ile birlikte beş oyuncunun dışarıda oynadığını görür olduk böylece bizim dönemimizdeki hantal uzunların aksine daha atletik oyuncular ortaya çıkmaya başladı.

Pivotların oyun içindeki rolünün büyümesi konusunda da pota altındaki fiziksel mücadele düzeyinin artmasının etkili olduğunu söyleyebilirim. Bununla birlikte basketbol, kişisel becerinizden ziyade fiziğinizle oynadığınız bir oyun haline büründü yani şu anki sistemde çok zeki olmasan da saha içinde ne kadar sağlam durabiliyorsan o kadar oynama hakkına sahipsin.

Sizin de bahsettiğiniz üzere pivotlardan önceleri boyalı alanın dışına çıkması beklenmiyor ve sadece sırtı dönük oyun katkısı alınıyordu ancak şu anda NBA’de Marc Gasol, Brook Lopez, Joel Embiid gibi oyuncuların %30’larda üçlük kullandığını görüyoruz. Oyun bu hâle nasıl evrildi, sizce neden buna ihtiyaç duyuldu?

Bunu sağlayan temel faktörlerden biri hücumların hızlanması, buna ek olarak atletik uzunların ortaya çıkmasının da etkili olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca her uzunun içinde bir forvet ruhu vardır. Özellikle hücum tarafında dışarıdan oynamayı çok severler. Bu çelişkili gözüküyor olabilir ancak her ne kadar basketbol fiziğe dayalı oynanıyor olsa da sistemin fiziksellikten uzaklaşmaya meyil eden bir tarafı da var.

NBA’de doğan bu akımın Avrupa’ya da sirayet ettiğini söyleyebiliriz. Geçtiğimiz sene Fenerbahçe şampiyon olurken Ekpe Udoh’un hücumda temel pas istasyonu işlevi görmesi pivot kavramının değiştiğinin en net kanıtlarından biriydi. Ancak Avrupa’da yüksek yüzdeyle üçlük kullanan pivotlar henüz yaygın değil. Pivotların NBA’deki bu misyonunu Avrupa basketbolunda da görmeye başlayacak mıyız?

Başladık bile… Önceden uzunlar her zaman potaya yakın oynar, yakın mesafeden şut atardı. Genel olarak “Sen uzunsun, içeride oyna.” anlayışı hakimdi. Hatta altyapılarda uzun ve kısa oyunculara göre farklı fundamental özellikleri çalıştırılırdı. Ben altyapılarda çalışırken bunu savunmuyordum ve tüm oyuncularıma aynı fundamental bilgisini öğretmeye gayret ediyordum çünkü bir oyuncunun henüz çocukken kısa ya da uzun olacağını kestiremezsiniz ve uzun fundamentalı verdiğin bir çocuk bir anda kısa kalabilir. Dolayısıyla uzun kısa ayırt etmeksizin yapılan fundamental antrenmanları sayesinde uzun oyuncuların gelişim sürecinde kısa oyuncu özellikleri de kazandırılmış oluyor. Eskiden uzunlara sadece ribaund alma, pota dibi hareketleri çalıştırılırken artık uzunlar hücumda topu da getiriyor, dışarıdan bire bir de oynuyor.

Ayrıca şu an uygulanan oyun düzeni ribaundlardaki adaletsizliği de önlemiş durumda zira uzun oyuncunun dışarı çıkması onu savunan oyuncunun da dışarı çıkmasını gerektiriyor, bu da kısa oyuncuların da uzunlar kadar ribaund alabilmesi sonucunu doğuruyor.

Geçmişe baktığımızda milli takımda en az sıkıntı yaşadığımız kısım uzun rotasyonuydu fakat şu anda işler tersine dönmüş durumda ve kadro kurulurken en çok uzun rotasyonuna oyuncu bulmakta sıkıntı yaşanıyor. Siz herkese aynı fundamental bilgisini aşılamaya çalıştığınızı söylediniz ancak diğer altyapı antrenörleri için de aynı durumdan söz edebilir miyiz? Sizce biz modern basketbolun bizden istediği yenilikleri pivot pozisyonunda karşılayabiliyor muyuz, yoksa hâlâ ”Oğuz Savaş tipi” pivotlar mı yetiştiriyoruz?

Her zaman şunu vurguluyorum: Basketbolu bilen, kaliteli ve bilinçli antrenörlerin altyapıların başında olması gerekiyor. Ancak bunun tam tersi olarak okuldan yeni mezun olmuş antrenörler altyapılarda çalışıyor. Onlar da doğal olarak antrenman sistemini, programlamayı, şutları periyotlamayı vs. bilmiyor. Geçtiğimiz aylarda bir spor okulunu devraldım ve önceden farklı bir sistemde çalışan çocukların turnike atmayı dahi bilmediğini gözlemledim. Var olan takımı sıfırdan eğitmeye başladık ve örneğin şut konusunda önce temel mekanik özellikleri vermeye çalışıp daha sonra atış yaptırdık, bunun sonucunda şu an karşımda stiliyle şut atan çocuklar var.

Altyapı antrenörlerinin kazanma hırsına da değinmeden geçemeyeceğim. Çocuklara press yaptırıp bir sürü set oynatıyorlar. Özellikle spor okullarının yarıştığı liglerde, insanlar kendi manevi tatminlerine çocukları alet ediyor. Küçük maçlarında en başta çocuğun nerede duracağına yönelik bir sistem anlatılıp sonrasında çocuğun özgür bırakılması gerekiyor. Böylelikle çocuğun yaratıcılığı gelişir ve çakılı pivotlardan ziyade daha hareketli, inisiyatif alabilen oyuncular ortaya çıkabilir.

”Cedi Osman’ı oynatmak için şampiyonluğu kaybettim.”

Kısa süre önce Efes altyapısının başındaydınız ve bu konuya fazlaca hakimsiniz. Basketbol Gençler Ligi (BGL)’nin oluşumu hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce uzun vadede başarı mı getirir yoksa madalyonun diğer yüzüne bakacak olursak antrenörlerin kazanma hırsına yenik düşebilecek bir proje mi?

Uzun vadede başarı getirir çünkü eski sistemde orta seviyedeki oyuncuların hepsi kaybolup gidiyordu ve BGL, bunu engellemek için geç bile kalınmış bir karar. Başkan Hidayet Türkoğlu ve ekibini böyle bir uygulamayı başlattıkları için tebrik etmek gerekiyor.

Elbette her kulüp başarı bekliyor ancak oyuncular ve antrenörlere biraz şans tanımak lazım. Örneğin bir antrenör bu sezon başarılı olamadı diye onu göndermek yerine bu antrenör kaç oyuncu yetiştirmiş, kaç oyuncunun gelişimine katkıda bulunmuş buna bakmak gerekiyor. Anadolu Efes’te çalıştığım dönemde, keşfedip Türkiye’ye getirdiğim Cedi Osman’ı oynatmak için şampiyonluğu kaybettim. O dönem şampiyon olacak bir takıma sahiptim ancak benim önceliğim oyuncu yetiştirmek olduğundan dolayı şampiyonluğu kaybetmek pahasına o gün Cedi’ye ve diğer oyunculara şans verdim. Bilindiği üzere Cedi bugün NBA’de oynuyor. Az önce de söylediğim gibi altyapıda oyunu, daima oyuncunun yaratıcılığına bıraktım. Tabii ki sonrasında bırakan oyuncularım da oldu ama en azından şu anda hepsinin sağlam bir basketbol kültürü var ve içlerinden birinin bile Cedi’nin olduğu yerde olması, senin altyapıda doğru bir iş yaptığını gösteriyor.

Hepimiz sizi Kaptan Tamer Oyguç olarak tanıyoruz fakat şu anda beIN Sports çatısı altında basketbol yorumcusu olarak karşımızdasınız. Yeni maceranız nasıl gelişti, süreç nasıl başladı? Duyumlarıma göre İsmail Şenol sizi etmek için uzun uğraşlar vermiş.

Bu konuda İsmail Şenol’a bana yorumculuk teklif ederek hayatıma renk kattığı için teşekkür etmem gerekiyor. Turnuvası’nda diyabetli çocuklar için oynadığımız gün aramızda küçük bir diyalog geçti. O gün teklifini kabul ettikten sonra bir iki deneme yaptık ve çok büyük keyif aldım. Zaten çenem biraz düşüktür, konuşmayı çok severim. Ben televizyonda kendimi dinlemekten nefret ediyorum ama insanlardan olumlu geri dönüşler alıyorum. Bazen sosyal medyadan olumsuz tepkiler geliyor fakat onlara da o mecradan yanıt vererek onlarla arkadaş oluyorum (gülüyor).

”Eskiden maçları film seyreder gibi izlerdim.”

Sezon başlayalı üç dört ay oldu ve siz dürüstçe bu işte yeni olduğunuzu, kendinizi geliştirmeye çalıştığınızı söylüyorsunuz. İlk günle şu anı karşılaştırırsanız kendinizde ne gibi gelişmeler gözlemliyorsunuz?

Birincisi şu an daha rahatım, ikincisi eskiden maçları film seyreder gibi izlerken şu anda detaylarına inerek seyrediyorum. Bunun dışında, pozisyonları tekrar görebilmek için kaydederek izliyorum. Oyuncuların özelliklerini öğrenmek için de yoğun bir mesai harcamam gerekiyor. THY Euroleague’de ve Tahincioğlu BSL’de on altışar takım mevcut bunun dışında çeşitli kupalar da var dolayısıyla 700-800 oyuncunun özelliklerine hakim olmak zorunda kalıyorsunuz. Bu benim için olumlu bir zorluk tabii ki.

Sosyal medyada İsmail Şenol’dan ”hocam” diye bahsettiğinizi fark ettim. Aranızdaki iletişimden ve size kattıklarından bahsedebilir misiniz?

Basketbol bakımından ben onun hocasıyım, yayıncılık bağlamında ise o benim hocam (gülüyor). Öncelikle çok doğru bir insanla çalıştığımı söyleyebilirim, İsmail Şenol bu işi iyi bilen, pozitif birisi. Onunla beraber maç anlatmak hem bana enerji katıyor hem de beni rahatlatıyor. Alışma sürecini atlatmamda bana çok büyük yardımları oldu, çuvalladığım dönemlerde söylediklerimi düzeltti, “hocam” diyerek bahsetmemin sebebi de bana olan bu desteği.

Sokağa çıktığınızda herkesin yorumcu edasıyla birilerine laf attığını görebilirsiniz ancak sanırım işler televizyonda biraz daha zor. Canlı yayında yapılan maç yorumculuğunun ne gibi zorlukları var?

Canlı yayında söylediğin her kelimeye dikkat etmek ve kimseyi rencide etmemek zorundasın. Cümlelerini sahadaki oyuncuları kırmayacak şekilde söylemen gerekiyor, bu yönlerden zor olduğunu söyleyebilirim.

Basketbol dışında karşımıza nasıl bir Tamer Oyguç çıkar, sizi nelerle uğraşırken görebiliriz? Sanırım bir restoranınız var.

Yemek yapmayı çok seviyorum. Beni rahatlatıyor ve daha rahat düşünmeye sevk ediyor adeta meditasyon yapıyormuş gibi hissediyorum. Dediğin gibi Zekeriyaköy’de bir restoranım var, kanaldaki işim başlamadan önce de orayı işletiyordum zaten fakat şu anda burası bana daha cazip geldi ve restoranı ikinci plana attım.

(Gençalp Kozan, 17-01-2018)

- Reklam-

Sosyal Medya

33,250TakipçilerTakip Et
37,540TakipçilerTakip Et
65,321AboneAbone Ol

popüler

zonguldak psikolog
zonguldak bireysel terapi
online terapi