Ülkemiz basketbol sektörü son 2-3 senedir ciddi bir sorun yaşıyor. Özellikle Milli Takım ile kulüplerin menfaatlerinin çatışması aslında uluslararası düzeyde FIBA ve Euroleague çekişmesi olarak karşımıza çıkmakta. Soruna bir de sporcu ve kulüp açısından baktığımızda günümüzde NBA ve yakın gelecekte Çin Basketbol Ligi de girmekte. Kısacası basketbol eski basketbol değil ve geçmişin kararları bugünün sorunlarını yaratmaya devam ediyor.
Fenerbahçe, Anadolu Efes ve bu sezon itibarıyla Darüşşafaka Doğuş ve Galatasaray’ın da katılımıyla Euroleague organizasyonunda 4 takımla yer alan Türk basketbolu, sahada görev alan Türk sporcu sayısı incelendiğinde Milli Takım için alarm zillerinin çaldığını gösteriyor. Ligde yabancı sayısının artmasıyla birlikte, Türk oyuncuların kadrolarda oynama süresi bulamamalarının, Milli takımın geleceği açısından ciddi sorun oluşturduğu aşikar. Öte yandan alt yapı Milli takımları göz önüne alındığında, geniş bir oyuncu havuzunun var olduğu da basketbolumuzun bir başka gerçeği. Peki, bu durumda ne yapmalı? Bu işin düzenlemesi nasıl olmalı?
Hem basketbol konuşmak, hem de uzun zamandır görüşemediğimiz ve dolayısıyla sohbet etme fırsatı yakalayamadığımız Bogdan Tanjevic ile arayı kapatmak amacıyla bir araya geldik. Her ne kadar amaç bir yazı çıkarmak olmasa da, Tanjevic ile sohbet derinleştikçe, kendisinin de iznini alarak bu yazıyı hazırladım. Umarım okurken sizler de benim sohbetten aldığım keyfi alırsınız.
Bir insanı tanımak elbette 2-3 saatlik bir sohbetle mümkün değil; kaldı ki, söz konusu insan Bogdan Tanjevic olunca bu daha da zor. Kendisini bir basketbol adamı olarak tanısak da, kendisiyle konuştukça müzik, felsefe, siyasal bilimler, tarih gibi çok farklı konularda bilgi sahibi olduğunu görüyorsunuz.
İNNOVATİF YÖNÜYLE
Bogdan Tanjevic 1971 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda Yugoslavya Milli Takımı formasını giydikten sadece bir kaç ay sonra, henüz 24 yaşındayken Yugoslavya 2nci Federal Basketbol Liginde oynayan KK Bosna takımı Baş Antrenörü oluyor. O’nun gelişiyle KK Bosna yepyeni bir takım oluşturmaya başlıyor. Daha henüz 19 yaşında olan Varajic, Dogic, Krvavac gibi isimlerin yanına 21 yaşındaki Cecur ve 22 yaşındaki Svetislav Pesic’ın da Tanjevic’in takımına katılmasıyla genç bir takım yaratılıyor.
Takım o gün için radikal hatta devrim sayılabilecek şekilde ligdeki diğer takımlardan farklılaşıyor. Tanjevic’in planlamasıyla günde çift antrenmanla çalışmaya başlayan KK Bosna, 4 saat takım antremanı ve 2 saat bireysel gelişim antrenmanı yaparak, genç takım olmanın dezavantajını avantaja çevirmeyi başarıyor. Sahada rakipleri 6-7 oyuncuyla oynarken Tanjevic kadrodaki tüm oyuncularına süre vererek sahada mücadele etmeyi tercih ediyor. KK Bosna, yüksek tempo ve geniş rotasyonla mücadele ettiği ilk sezonun sonunda Sarajevo ile yükselme maçı oynuyor ve Tanjevic’in basketbol oynamadan geçirdiği bir sezon sonrasında sahada 20 dakika süre almasıyla maçı 65-59 kazanıyor ve 16 yıl boyunca çıkamadığı Birinci Federal Basketbol Ligine yükselme hakkı kazanıyor.
STRATEJİK YÖNÜYLE
1972-73 sezonunda büyük gelecek vaat eden gelmiş geçmiş en büyük Avrupa’lı basketbol oyuncularından olan Mirza Delibasic’i henüz 18 yaşındayken kadrosuna katarken, o güne kadar daha hiç bir kulüpte basketbol oynamamış olan Radovanovic’i 16 yaşında takım kadrosuna alıyor. Ve sezon içinde verdiği bir röportajda 1976-77 sezonunda bu takımın Yugoslavya Şampiyonu olacağını iddia eden Tanjevic’e başta en yakın dostları olan Yugoslav Milli Takımından çok yakın arkadaşları Cosic ve Kapicic olmak üzere bunun şakasını uzun süre yapıyorlar.
1976-77 sezonunda final maçında son saniyede yedikleri basketle bu fırsatı kaçıran Tanjevic ve KK Bosna, 1977-78’de ligi domine ediyor ve ilk şampiyonluğunu kazanıyor. Aynı sezon Korac Kupası Finali’nde Partizan‘a yenilerek ilk Avrupa Kupası’nı kaçırsa da, ertesi sezon kadrosunda tamamı Yugoslav oyuncularla mücadele eden KK Bosna, Yugoslav Lig Şampiyonluğunu bir kez daha kazanırken, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Finalinde Varese’yi yenerek Avrupa Şampiyonu olmayı da başarıyor.
Tanjevic KK Bosna’ya gönül verenlere ve basketbolseverlere verdiği sözü tuttuğu gibi fazlasını da başarıyor.
Tanjevic’in hayatı benzer hikayelerle dolu. Trieste’ye gidip orada takımı tekrar kurması, İtalyan Milli Takımı ve Türk Milli Takımı ile yaptıkları ortadayken aslında bize de söyleyecek çok şey kalmıyor.
BEN ANA VATANIMI KAYBETTİM
Tanjevic ile 9 Aralık Cuma günü buluştuk. İtalya’ya dönmeden bir gün önce. Oldukça keyifli ve İstanbul’da olmaktan da çok mutluydu. Sohbetin ilk bölümü de İstanbul ve Türkiye oldu. Kendi ağzından bir kaç kez duyduğum cümleyi tekrarladı: “Türkiye çok güzel bir ülke. Dikkat edin, bölünmesine izin vermeyin. Ne dediğimi iyi biliyorum. Ben vatanını kaybetmiş bir insanım. İki evim var. Birisi İstanbul’da diğeri Trieste’de. Anavatanım Yugoslavya’ydı. O da parçalandıktan sonra ben vatanımdan oldum. Farklılıklar zenginliktir. Bunun değeri kaybedilince anlaşılıyor”
Bu sözleri saygı duyduğunuz bir insandan duyunca, hele bir de yaşananları düşününce daha da acıtıyor insanın içini.
KARADAĞ TEHLİKELİ TAKIM OLMA YOLUNDA
Sohbet ilerledikçe doğal olarak konu basketbola geliyor. Önce O’nun neler yaptığını konuşuyoruz.
Geçen sene itibarıyla Karadağ Milli Takımı’nın başına geçtiğini ve mutlu olup olmadığını sordum. Tanjevic büyük bir heyecanla oyuncuların çalışma isteğini, birlikte çıktıkları maçlarda ortaya koydukları enerji ve basketbol aklını ve elbette takımdaki genç oyuncuların takıma olan katkısını anlatmaya başladı. Özellikle Vucevic’in takıma dönüyor olması, Radoncic’in gelişimi ve oyuncuların antremanlara ve takım disiplinine verdiği önemi anlatırken geleceğe dair umutluydu. 2017 Avrupa Şampiyonası için Karadağ Milli Takımı’ndan oldukça umutlu ve aklındaki bir kaç planı sahaya koyabilirlerse oldukça tehlikeli bir takım olacaklarına inanıyor.
Ancak, görünen o ki 2010 Dünya Şampiyonası’nda final oynayan Türk Milli Takımı’ndan bahsederken hem gururlu, hem de final maçından önce bir gün ara olmamasının verdiği hüznü yüzünden hala görebiliyorsunuz. 2010 Dünya Şampiyonası ile iki anektodu aktarmadan geçemeyeceğim.
ABİ BU ADAM GİDİCİ
“2010 Dünya Basketbol Şampiyonasının başlamasına daha 10-15 gün vardı ve bir arkadaşımla birlikte Bogdan Tanjevic ile bir yemek yedik. İyi bir sporsever olan ve düzenli olarak basketbol liglerini de takip eden arkadaşım “Koç, sence şampiyonada ne yaparız? Sağlığın düzeldi. Milli takımın başında devam edecek misin?” diye sordu. Tanjevic “ABD ile final oynarız. O takdirde devam etmek istiyorum ama farklı bir sonuç olursa o zaman bakarız” dedi. Yemekten kalktık ofise doğru ilerlerken arkadaşım bana döndü, “Aaabi bu hoca gidici anlaşılan. Dünya Şampiyonası’nda final oynayacakmışız. Yook artık” dedi. Sonrası malum”
Şampiyonanın üzerinden 2-3 ay geçmişti ve bir sohbet sırasında ben yukarıdaki anektodu anlatınca Kerem Gönlüm de kendi yaşadığı bir anıyı paylaştı. Milli Takım Dünya Şampiyonası için toplandığında, ilk antrenmanda Tanjevic, “Dünya Şampiyonası oynayacağız. Finalde ABD ile karşılaşacağız ve Kevin Durant’ı Kerem sen tutacaksın” diyor. Kerem, Tanjevic’in kendisinin bu hedefe çok inandığını ve takımda herkesi bu hedefe inandırdığını anlatmıştı.
İşin doğrusu gerçek dünyada da hedef belirlemek, plan yapmak, inandırıcı olmakla ilgili anlatılan “Hedefler, S.M.A.R.T. (spesifik, ölçülebilir, kabul edilen, gerçekçi ve zamana bağlı) olmalıdır” söylemini Tanjevic’in hayatında bir çok kez uyguladığını görebiliyoruz.
TBF‘nin 2001 Avrupa Şampiyonası ve 2010 Dünya Şampiyonası hedeflemelerindeki isabeti ve başarı için organizasyonun öneminden bahsederken 2006 ve 2010 Dünya Şampiyonaları için Milli takımı nasıl hazırladığını ve genç oyunculara fırsat vermesini konuştuk.
GENÇ OYUNCULARIM BENİ HİÇ YANILTMADI
Tanjevic sohbet sırasında bir çok kez şu cümleyi tekrarladı;
“Genç oyuncularım beni kariyerim boyunca hiç yanıltmadı.”
Bu konuyu biraz açmasını isteyince söyledikleri Türk basketbolunun içinde bulunduğu durum açısından yol göstericiydi. “1972 yılında KK Bosna’nın başına geçtiğimde, daha büyük bütçeli ve köklü Kızılyıldız, Zagreb, Partizan, Belgrad gibi takımların kadroları oturmuş ve Yugoslavya’nın önemli oyuncularına sahiplerdi. Bizim farklı bir model yaratmamız gerekiyordu. 6-7 kişilik rotasyonla oynayan takımlara karşı daha yüksek tempoda, baskılı savunma yapan ve enerjisi hiç bitmeyen bir takım yaratmak istedim. Gelecek vaat eden ama tecrübesiz genç oyunculardan bir kadro kurduk ve bu kadroyu zaman içinde geliştirdik. Diğer takımlar günde tek antrenman yaparken biz sabah 4 saat, akşam 2 saat olmak üzere günde çift antrenman düzenine geçtik ve çok çalıştık. O zamana kadar hiç denenmemiş 1-2-1-1 tam saha baskılı savunmayı geliştirdim. Bu şekilde takımımın üstün özelliklerini rakibe kabul ettirebiliyor, tecrübenin getirdiği farkı rakibin elinden alabiliyorduk. Rakipten daha çok koşarak ve rakibi hataya zorluyor, bunun sonucunda hücumda daha çok top kullanarak rakibin usta isimlerinin maçı domine etmesinin önüne geçiyorduk. Tamamı Yugoslav oyunculardan kurulu bir kadro ile önce lig şampiyonluğunu sonra Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazandık. Genç oyuncular sadece benim istediğimi yapamamaktan çekinir. Hiç bir genç oyuncum beni hayal kırıklığına uğratmadı derken bunu anlatmaya çalışıyorum. Antrenörler genç oyuncularına güvensinler” dedi.
Spor Toto Basketbol Süper Ligi’ndeki yabancı oyuncu sayısından ve bunun genç oyuncuları nasıl etkileyeceğinden bahsetmeden geçemedik.
“Öncelikle genç oyuncular konusunda kamuoyunun ve basketbolun paydaşlarının düşünce birliğinde olması ve bunu desteklemesi gerekir. İşin kolayına kaçıp “ben yaptım, onlar da yapsın” diyerek topu meslektaşlarıma atacak değilim. Takımın başına bir antrenör getirirken, kulübün, yöneticilerinin, taraftarlarının ve hatta basının bu konuda antrenöre destek vermesi, yardımcı olması gerekir. Siz antrenörü getirip sadece maç kazanmak, kupa kazanmak, ligde kalmak isterseniz, antrenör de bütçenize göre elinden gelen planlamayı yapacaktır. Her antrenör elindeki bütçeye göre hazır oyuncu almayı tercih eder. Oysa siz antrenöre hedef belirler ve zaman tanırsanız, o zaman genç oyunculara daha çok zaman verir”
“Kulüp yöneticileri yaptıkları işi iyi bilmek ve antrenörlere doğru hedefler koymak zorundalar. Bugün bütçenizin olması yarın ne olacağının garantisini vermez. 500 bin Euro alan tecrübeli bir basketbolcuyla, alt yapınızdan gelen genç oyuncu arasında sadece tecrübe ve fırsat farkı var. Eğer genç oyunculara da aynı şansı verirseniz ve iyi çalışıyorsanız aynı performansı alabilirsiniz. Genç oyuncular yarının garantisidir”
DOĞRU MOTİVASYON PARA DEĞİL, İŞİ İYİ YAPMA İSTEĞİ OLMALI
“Bir işi para için yapmak çok doğru bir motivasyon değil. Bir işi en iyi şekilde yapmayı istemek doğru motivasyondur. Sen işini en iyi şekilde yaparsan, mutlaka para kazanırsın. Genç oyuncular ve aileleri para konusunu çok önemsiyorlar. Genç oyuncunun oynamaya ihtiyacı var. Oynarsa iyi oyuncu olacak ve daha çok kazanacak. 300 bin Euro alıp kenarda havlu taşıyarak iyi basketbolcu olunmaz. Genç oyuncuların fırsat bulabilecekleri , organizasyonu iyi takımlara gitmesi bence daha önemli”
25 YAŞ YILDIZ OLMAK İÇİN ÇOK GEÇ
”Basketbolda 25 yaşından sonra yıldız oyuncu olunmaz. Hayatım boyunca bildiğim bütün yıldız oyuncular 20-21 yaşına kadar kendilerini göstermiş oyunculardır. Oyuncu 20-21 yaşına kadar kendini göstermeli, yani basketbol oynamalı”
“Ben antrenörlüğe başladığımda sadece oyuncu ve ben, yani antrenör vardık. Biraz da ailesi. Oysa şimdi menajer var, ailesi var, avukatı var, kız arkadaşı var, karısı var. Antrenör bunlardan sonra 4ncü 5nci sırada geliyor. Genç oyuncular antrenörlerine güvenmek ve onların dediğine kulak vermek zorunda. İlerlemenin yolu bu”
“Milli takım düzeyinde bir sporcuya oynaması gerektiğini ve oynayabileceği takıma gitmesini, parayı çok ön plana almamasını tavsiye ettim. Yaklaşık 1 saat bu konuda kendisine örnekler verdim ve sonunda “Tamam koç. Menajerimle bir konuşayım” dedi. Menajeri benim oğlumdan küçük, yani hem hayat tecrübesi olarak benden çok geride, hem de motivasyonu sporcu üzerinden kazanacağı parada. Tabii ki dediğimi dinlemedi. Sporcuların bireysel gelişim ve kariyerini belirleme konusunda danıştıkları isimleri doğru seçmeleri gerekiyor”
Tanjevic’le yaptığımız sohbetin genel olarak iç hatları bunlardı. Tabii arada off-the-record geçen bölümler var. Onlar aramızda. Ancak özetle aktarmak istediğim bir konu var. Tanjevic’e bu kadar kulak verdikten sonra bu konunun eksik kalmaması gerekiyor diye düşünüyorum.
TANJEVİC’TEN İZLER…
2007 Ağustos ayından Fenerbahçe Ülker’in başına geçtiğinde 3 sezon boyunca kendisine yakın olmak fırsatını yakaladım. 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası Final maçına kadar takımı ve oyuncularını nasıl hazırladığını, çok yakından izleme şansını elde etmiş bir basketbolsever olarak kendisine büyük bir saygı ve hayranlık duyuyorum. Fenerbahçe Ülker’in başına geçtiğinde, Semih’i 3 numara oynatması, Vidmar’a, Oğuz’a, Ömer Aşık’a pick’n roll sonrasında kısa adamı orta sahaya kadar kovalatması, savunmada baskılı oynaması ve elinde savunma yönü ağır basan Ömer Onan’dan sistem içinde skorer yaratması o dönem hep farklı değerlendirilen konulardı. Oysa Tanjevic hem kulüp takımıyla hedefine giderken, Türk Milli Basketbol takımını adeta bir duvar ustası gibi tuğla üstüne tuğla koyarak Dünya Şampiyonası’na hazırlıyordu.
Bir çok spor insanı tanıdım ancak bugün bir spor vizyoneri olarak onun kadar inançlı ve davasına inanan, entelektüel olarak çok farklı bir düzeyde, yaşamı sadece basketbol özelinde değil, vatan, millet, insan sevgisi, uluslararası ilişkiler ve sosyal bilimler düzeyinde bu kadar farklı ve bir o kadar sağlam temellere sahip başka birini tanımadım.
Basketbol konusunda bugünün “Yüksek Tempo” diye adlandırılan basketbolunu 1972 senesinde A Milli Takım oyuncusu iken çalıştırmaya başladığı Bosna takımında oynatmaya başlayarak, alt ligden aldığı takımı 5 sezon sonunda önce Yugoslavya ve ardından Avrupa Şampiyonu yapan felsefeyi ve uygulamayı ortaya koyan bu büyük basketbol adamı, herkes ve hatta en yakınları tarafından dahi en kibar deyimle “Çılgın” diye adlandırılmasına rağmen yolundan dönmeyen bir “Don Quixote”; gün geçtikçe daha da kapitalistleşen spor dünyasında sosyalist, emek yoğun felsefesiyle Che Guevara”, spora ve sporcuya bakışındaki romantizmiyle “Victor Hugo” adeta. O yüzden yeri bambaşka.