Basketbol İçin Destek ve Eğitim Vakfı (BİDEV) ve Jr. NBA işbirliğiyle geçen hafta sonu Ankara’da U12 finalleri düzenlendi. Düzgün bir organizasyon, DSİ’nin büyük katkılarıyla yapılan bu turnuvayı izledim. Çok yetenekli oyuncular vardı. Özellikle koçların sporculara davranışlarını ve yaklaşımlarını olumlu buldum. Saf bir mücadele, kaybedenlerin ağladığı, tribündeki velilerin olgun bir şekilde maçları izlediği üç gün geçti. İçimden işte sporun aydınlık yüzü bu dedim. Ama birden aklıma son günlerde sıkça dile getirilen maddi menfaat karşılığında bazı oyunculara “torpil” yapıldığı geldi. Duyduğum kadarıyla yargıya taşınmış bu olaylar, aklıma gelince birden keyfim kaçtı. Bu mücadeleyi veren çocukların emeklerini çalmak ne demektir? Anadolu Efes hemen reaksiyon göstererek bazı antrenörlerinin görevine son vermiş. Fenerbahçe Beko iç denetim mekanizmasını harekete geçirmiş. Hâlâ sporun aydınlığa kavuşmasını düşünenlerin olduğunu bilmek bizler için güzel bir motivasyon oldu. Diğer kulüplerin de bu işin peşini bırakmayacaklarını ümit ediyorum.
Ama Basketbol Federasyonu’ndan bir açıklama yapılmadı. Tek açıklama federasyonla organik bağı olduğu bilinen Türkiye Basketbol Antrenörleri Derneği’nden (TÜBAD) geldi. Onlar da “Ne şiş yansın ne kebap” misali bir yazıyı medya ile paylaştı. En azından “Bu konuları araştırıyoruz” diyebilirlerdi. Yoksa izin alamadılar mı? Kulüpler iç denetimi devreye sokarken, federasyonumuz hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor. Anladığım kadarıyla devşirme oyuncu işine iyice konsantre olmuşlar. Bence FIBA‘ya müracaat edip şu anda 1 olan devşirme oyuncu sayısının 3-4 olmasını teklif etsinler tamam olsun.
Sporumuzun karanlık yüzünü Beşiktaş Divan Kurulu toplantısında bir kez daha gördük. Çok büyük bir farkla başkan seçilmiş olan ve sonrasında kendi isteğiyle istifa eden Hasan Arat’a yapılanlar kabul edilemez. Belki ayrılış şekli hoş olmadı ama en azından divan toplantısında birçok konuya açıklık getirebilecek konuşmasını şiddet yoluyla önlemek ve fiziki tacize maruz bırakmak Beşiktaş gibi bir kulübe hiç yakışmadı. Divan kurulunda korumaların ne işi var? Benim bildiğim divan başkanının ve yönetim kurulunun görevi sağ salim bir şekilde kongreyi yapmaktır. Ama tam tersi oldu. Olayların odağı oldular. Hasan Arat’ın konuşma sırasını 17. sıraya koymak art niyetten başka bir şey olamaz. Başkan Serdal Adalı’dan sonra herkesin beklediği Hasan Arat’ın konuşmasıydı. Bu gidişle kulüpler kendilerine başkan bulamayacak, benden söylemesi.
HER YASAL HAK, HELAL DEĞİLDİR
“Helalleşmek, mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıydı; çünkü her yasal hak, helâl
değildir ve olamaz. Aslolan, hakkın eda edilmesi olmalıdır; aslolan helalleşmek olmalıdır,
helalleşmek olmalıydı.
Suruç ile Kobani’nin arasında çizgi çekmek, Birinci Dünya Savaşı galiplerinin yasal/kılıç
hakkıdır belki; ama helâl değildir.
-Keza, iflas eden kardeşinizin haraç-mezat satışa çıkarılan evini satın almanız yasal hakkınız
olabilir; ama helâl değildir.
-Oysa tarihin bu noktasında yasal haklardan feragat, kişisel çıkarlardan fedakârlık, kamu
yararına gönüllü özveri, zekâ geriliği değilse beceriksizlik sayılır.
-İmar ruhsatı olan bir müteahhit, şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur; ama
yaptığı iş, helal değildir.
-Yeni ve çok daha ucuz bir enerji türünün pazara/piyasaya girmesini önlemek üzere üretim
haklarını satın alıp sümen altı eden bir petrol şirketi de yasal olarak suçsuzdur; ama yaptığı iş,
helal değildir.
-Keza raf ömrünü uzatmak için ekmeğin hamuruna kanserojen madde katan gıda üreticisi,
formülü ambalajın üstünde yazdığı sürece suçsuzdur; ama helal değildir.
-Bir kalem darbesiyle atar ergenleri sokağa döken yazar, alevler afakı sardığında suç
mahallinde değilse, olayları evinden izliyorsa, suçsuz sayılacaktır; ama helal değildir.
Şimdi buradan, şöyle bir öngörüde bulunuyorum: 21.yüzyılın en yaman toplumsal projesi; helâl
olanı, yasal olanla örtüştürmek olsa gerektir.
Kadim değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklerin, şerden yana bükülmelerini önlemenin
yollarını bulmak zorundayız.
Yasaların tanıdığı haklardan insanlık veya Allah adına feragat etmenin garipsenmeyeceği bir
yeni düzen, dünya yaratmak zorundayız.
Tarihin bize öğrettiği bir şey var: İster en mükemmel yönetim sistemini ister ekonomik
kalkınmayı gerçekleştirmiş olsun; bir medeniyetin sevgi ve nefs terbiyesi dumura uğramış,
manevi enerjisi tükenmişse, o medeniyeti ne Birleşmiş Milletlerin tüzüğü ne Helsinki
beyannamesi ne AIHM mevzuatı ne de en üstün silâhlar kurtarabilir. “Galile etkisi” derler.
Oligarşi hükümdar olduğunda, umuma hitap eden ve fakat “umumun zihniyetini” yansıtmayan
sözlerin öfke uyandırması, husumet çekmesi, bastırılmaya çalışılması usuldendir.
Velâkin George Orwell, “Evrensel dolandırıcılığın hüküm sürdüğü zamanda gerçeği söylemek,
devrimciliktir” demiştir.
Cemil Meriç de Bu Ülke’de şöyle demiştir: “Hakikati gören, başkaları farklı düşünüyorlar diye
onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem de alçaktır.
Bir adamın ‘benden başka herkes aldanıyor’ demesi güçtür, şüphesiz; ama sahiden herkes
yanılıyorsa, o ne yapsın?” ALEV ALATLI
RAHMETLE SEVGİLİ HOCAM!