Serideki beşinci maç için salonda yerimizi aldık… Ben ve oğlum. Salon içinde en çok konuşulan konu Fenerbahçe’nin kupayı kendi sahasında, taraftarın önünde almak-kaldırmak için Beşiktaş‘a bir maçı hediye ettiğiydi. Spor yapmışsan, biraz da ucundan köşesinden profesyonel oynamışsan bir maçı kaybetmek için oynamanın ne kadar zor ve hatta imkansız birşey olduğunu bilirsin. Konumuz bunu yapabilen’sporcu ‘(bu kelimeye burada kullanırken ayıp ettiğimin farkındayım ve özür diliyorum) görüntüsündeki aşağılıklar, yönetici mevkiindeki cibiliyetsizleri tabii ki kapsamıyor. Dolayısıyla Beşiktaş’ın anasının ak sütü gibi kazandığı hatta sürklase etme derecesine getirdiği üçüncü maç ve son dakikada kaybettiği dördüncü maçı masaya koyduğunda Alimpieviç ve öğrencilerinin ne büyük ve anlamlı bir sezon geçirdiklerini anlayabiliyoruz. Özellikle de “kaybetti” diye düşünenleri Saras ile bir odaya koyup, konuyu kendisine sormalarının görüntüsünü gözümün önüne getirdim. Eyvah dedim, soran için. Saras müthiş yetenekli bir oyuncuydu, çıplak gözle seyrettiğim en iyi 3-5 Avrupalı guarddan biriydi. Antrenörlük kariyerinde de saha içi ve dışında çok gururlu ve ahlaklı bir SPOR ADAMI oldu. Bir maç sonu röportajını hiç unutamam, hatta yazının altına koyacağım. O zaman Zalgiris’in antrenörü, Augusto Lima da takımın önemli oyuncusu. Eşi doğum yaparken yanında olsun diye maçta oynatmıyor. Kendisine izin veriyor. Maçtan sonra ‘bu önemli maçta Lima’ya neden izin verdiniz?’ mealinde eleştirel bir soru soran gazeteciyi laflarıyla bir ‘dövüşü’ vardı ki, hiç unutamam. O hani maçı özellikle kaybetti diyen arkadaşlarla beraber kendisini soktuğumuz odanın içinde ne yapardı bilinmez (bilinir de, şimdi tarif etmeyeyim çok ayıp olur) derken bundan bahsetmiştim.
Maç başladı, Beşiktaş adeta gövde gösterisi yaptı ilk dört dakikada… Skor 0-13 . Bende damarı yakaladım ya sinsi sinsi gülerek ‘özellikle kaybetti’ diyenleri gözümün önüne getirdim. ‘Abartma maça dön’ diye kendi kendimi çimdikliyerek dönüyorum maça, bir bakıyorum ki Fenerbahçe takımı maçı olduğunu hatırlamış ve oynamaya başlamış. Başa baş geçen ilk periyodun sonuna Melli damgayı vurdu, orta sahadan 3’lüğü atıverdi. İkinci periyodda Fenerbahçe’nin farkı çift haneye bile çıkarttığı zamanlar oldu. Benim en sevdiğim de Saras’ın domestik maçlarda, bu gibi anlarda aldığı molalar. Bu molalardan sonra çizdiği oyun adeta bir gövde gösterisi. Fenerbahçe’de herkes mutlu… Melih’e çizdiği 3lük oyunu. Taraftar coşuyor, Coach ‘ulan ne iyi birşey çizdim yine’ diye özgüveni kabarıyor, kaptan da ‘öyle beni erken emekli etmeye çalışmayın, hala giderim var’ mesajını yetkililere veriyor. Devreye Fenerbahçe farkı biraz daha açmış şekilde gidiyor. Üçüncü periyod 13.000 kişi ayakta, ‘herşeyden çok – geri dönüş yok’ şarkısı ile takım coşmuş oynuyor, Metecan müthiş – Mc Colum maça gelmiş (bu arada bir önceki yazımda bahsettiğim kan kardeşi ! Needham da maça gelmiş – o da iyi oynadı) herşeyden önemlisi Şampiyon savunma yapmayı hatırladı ve fark 15’e çıktı . Bütün bunlar olurken ufaktan hakemlerde baskı ve tepkiden nasibini aldı ama Allahtan kısa sürdü. Beşiktaş tüm seride olduğu gibi istikrarlı Mathews ve Berk performansına destek 3.- 4. oyuncuyu bulamamanın çaresizliği ile son periyoda girdi.
Son periyodun başı zaten sonunu söyledi bize. İki dakika hiç sayı olmadı. Sonra da karşılıklı sayılarla iki takım sezonu sonlandırdı. Son dakika da Saras bir kez daha büyük bir liderlik yaptı. Guduriç’i oyundan aldı. Alırken de en büyük amigoluğu yapıp herkese ‘Ayağı kalkın ve avuçlarınız patlarcasına bu SPORCUYU alkışlayın’ dedi.
Maç sonrası hem kupa seremonisi hem de sonrası (konser diyemedim garip şeyler oldu) çok ilgi çekiciydi. Önce Beşiktaş takımına hakettikleri saygıyı gösteren bir kutlama yapıldı. İstisnasız tüm Fenerbahçe taraftarı ayakta alkışladı, Harun Erdanay kupalarını verdi. İşin daha da güzeli onlar da tüm salonu alkışladı ve Fenerbahçe kupasını alana kadar saha da kaldılar . Nefis görüntüler. Bitimiyle beraber işte maçın başında salona getirilen ve bir odada saklı tutulan kupa geldi sahaya. Şampiyonluk kupası. Bu arada bu işleyişin yapılması maalesef toplum ve konjonktür itibariyle doğru (yani maç sonuna kadar saklanması – rakip takımın rencide edilmemesi). Bunlar olurken Fenerbahçe anonsçusu devamlı ‘aman salonu terk etmeyin, sanatçılar var, eğlenmeye devam edicez’ dedikçe sahanın içi daha da karıştı. Bir ara Masterchef’in jürisi Soner şefi bile gördüm, yaşasın gece atıştırmalıkları cepte derken kupa seremonisine geçildi. Şampiyon bir kupa daha kazandı, olağanüstü bir sezonun sonunda. Gene Melih ve Guduriç’in ellerinde. Herkes eğleniyor, birtek nedenini sonradan öğrendiğimiz McCollum arkalarda ve buruk bir şekilde töreni seyrediyor. Veda bölümüne gelindi. Önce Maurizio’ya veda edildi çok şık bir şekilde. 11 sene burada kalıp ilk defa 7 cümlesini arka arkaya duyduğumuz (bence de konuşmaktansa işini yapması daha önemli) bu spor adamı artık İtalya Ligi’nin başına geçiyor. Benden de büyük teşekkür kendisine. Sonra tabii ki Guduriç anons edildi, yanımdaki bir çok kişide başladı gözyaşları. Önce Ailesine teşekkür etti ki bir kez daha kalbimi kazandı, çok güzel konuştu. Bu da gecenin Oscar’ıydı sanki.
En son o çok bahsedilen konsere geçildi. Aman Allah’ım, sahneye bir ikili çıktı. Hande Yener ve partneri ! Sürreal bir görsel. Herkes şaşkın, ben de şaşırdım deyip geçim konuyu çünkü başka birşey yazmak da gelmiyor aklıma. Bana sorsanız (ki herşeyi de bana sormayın zaten…) Kıraç ve sonrasında Bir Athena çoskusu yaratılabilseydi yeterli olurdu.
Varsın bu da böyle olsun , Fenerbahçe basketbol takımı tüm camiayı birleştirici performans ve başarılarıyla seneye damga vurdu.
Bir ufak not Kadın Basketbol milli takımımız için: ben bu takımı beğendim. Pırıl pırıllar. Çok mücadele ediyorlar, yetenek olarak da rakipleriyle eşit düzeyde olduklarını Fransa maçıyla gösterdiler.
2 eleştirim var:
Teaira McCowanın sanki takımdan ve süreçten hiç memnun değilmişcesine bir yüz ifadesiyle sahada her an bir kriz çıkartabilecek oyununu ve ruh halini değiştirebilir mi ya da daha onun kadar iyi olmasa da sahada bu takımla oynamaktan keyif alacak bir başka devşirme bulunabilir mi?
İkincisi ise: Lütfen artık ülke olarak büyük hedefi yakalayamadığımız her maçın sonrası daha küçük bir hedefe çabuk adapte olmanın yolunu (yönetici konusu) bulalım. Her turnuvada ilk dörde kalamadıktan sonra turnuva bize ızdıraba dönüyor. Umarım yarın bunu çözeriz ve Litvanya‘yı yeneriz.
Son: Gerçek bir son, maalesef benim için sakatlanıp basketbolu bıraktığım Karşıyaka’da kısa bir zamanda olsa tanımaktan ve beraber olmaktan büyük keyif aldığım, basketbol camiasının ATEŞ abimizi kaybettik. Nur içinde yatsın…
Kalın sağlıcakla…