Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;
‘Sevgili Ergin Merhaba’ başlıklı yazıma okurumuz ‘Selim’ rumuzuyla şöyle bir yorum da bulunmuş;
“Naci bey, siz ve pek çok kişi ısrarla altyapı diyorsunuz ama çözüm konusunda somut eylemleri söylemiyorsunuz. Siz Spor Bakanı, TBF Başkanı veya Milli Takım antrenörüsünüz… Nasıl çözeceksiniz, bu çözüm kaç yıl sürecek ve meyvelerini ne zaman alabileceğiz? Bunların kaçını bir basketbol milli takım antrenörü yapabilir veya görev tanımı itibariyle yapmalı, buna samimi cevap verirseniz Ergin Ataman’a gereksiz ve ölçüsüz yüklenildiği ortaya çıkacaktır. Bana göre de spor liseleri veya daha geniş olarak spor okullar vs çözüm olabilir. Ama bunlar yönetimin, siyasetin işi.”
Öncelikle bir konuya açıklık getirmek istiyorum: ‘Sevgili Ergin Merhaba’ başlıklı yazımda da belirttiğim gibi sorunlara kendisinin değinmesinden dolayı oldu. Ve yazımda da ifade ettim, bu soruların tek muhatabı tabii ki Ergin Ataman değildir.
Sevgili okurumuz aslında sorulması gereken sorulardan birini sormuş. Yani bu önemli konuya hepimizin kafa yormasını istemiş. Kendisine bu bağlamda teşekkür ediyorum. Selim rumuzlu okurumuz sanırım daha önceki yazılarımın tamamını okuyamamış. Ben o yazılarımın bir kısmında çözüm önerilerinde bulunmuştum. Ancak yine de aklım erdiğince, görgüm, bilgim yaşadıklarım çerçevesinde önerilerde bulunmaya çalışacağım.
Değerli Antrenör; Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;
Selim rumuzlu sevgili okurumuz bana sorduğu sorunun içerisinde son 15-20 yıldır ülkemizin en temel sorunu olan konuya da farkında olmadan değinmiş durumda. Okurumuz bana sorduğu soruya şöyle devam ediyor;
“Açıkçası yerli oyuncular çalışmadan çok büyük paralar kazanmak istiyor. Sen önce oralarda olmaya, rekabet etmeye çalış sonra para kendiliğinden gelir. Öte yandan bazı büyük oyuncu olabilecekler de yanlış takım ve antrenör seçimleri yüzünden istenilen seviyeye gelmeden otuzlu yaşlarına geliyor. Sorun çok boyutlu ve çok geniş. Bu yüzden insaflı davranalım diyorum” dedikten sonra yorumunu noktalıyor.
Sevgili okurumuz da yerli oyuncularımızın ‘hak etmedikleri’ paraları ‘yeterli rekabet etmeden, çalışmadan’ kazandıklarını düşünüyor. Ben burada polemiğe girme amaçlı olmadan okurumuza şöyle bir soru sorsam acaba nasıl yanıt verir, bilemiyorum.
“Gelen yabancı oyuncuların tamamı çok çalışıp, rekabet ederek aldıkları paraları hak ediyorlar mı?”
Burada benim önemle altını çizmeye çalıştığım konu şu;
Okurumuzda farkında olmadan yıllardır hepimizin üzerinde yaratılan algıların sonucu olarak ‘kendi insanımıza güvenmiyor, bu ülke evlatlarının başarabileceğine de inanmıyor.’
Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;
Evet en temelde çözmemiz gereken sorunumuz bu ülkenin değerli, yetenekli, çalışkan evlatlarına ve insanlarına güvenmek, inanmak olmalıdır.
Bu ülkenin insanları yıllardır ‘sizden bir şey olmaz, siz çalışkan değilsiniz, başaramazsınız, yetenekli değilsiniz’ türünden pek çok algılara maruz bırakılarak kendilerine olan güvenleri de yerle bir edilerek köreltildiler.
Burada sevgili Ergin Ataman’ın son televizyon konuşmasında ki “İbrahim, Hidayet, Harun, Orhun, Mirsad, Mehmet Okur” örnekleri üzerinden bu yaratılmaya çalışılan olumsuz algıları da çürütmek istiyorum.
Bu başarılı sporcularımız o yıllarda görev yapan Basketbol Federasyonu’nun yapmış olduğu planlama ve çalışmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Sonucunda ise önce 2001’de Avrupa ikinciliği sonra 2010’da Dünya ikinciliği gibi çok önemli başarılara kendi ülkemizin yetiştirmiş olduğu insanlarla imza atılmıştır. (Demek ki sağlıklı bir planlama yapıp sabırlı olunca kendi ülke evlatlarınla başarı da geliyormuş.)
Şimdi okurumuzun da istediği önerileri yazmak istiyorum;
1- Ülkemizin değerli insanlarının, evlatlarının başarabileceğine inanarak yola çıkmalı ve çocuklarımızı da başarabileceklerine inandırmalıyız. (Bu birinci maddemiz kesinlikle tartışmaya kapalı bir konu olmalıdır. Çünkü, inanmadan, tereddüt ve acabalarla çıkılan her yolun sonu başarısızlıktır.)
2- EĞİTİM, EĞİTİM VE YİNE EĞİTİM… Antrenörlerimize büyük yatırımlar yapmak zorundayız. Bu başta eğitim olmak üzere özlük hakları konusunda da ne gerekiyorsa tam ve eksiksiz olarak yapılmalıdır.
Antrenör arkadaşlarımıza yatırım yapmadan, eğitmeden yapacağımız tüm planlamalar, çalışmalar çöp olup gidecektir. Çünkü geleceğin büyük sporcuları ilk olarak mesleğe yeni başlamış olan o genç antrenörlerin elinden geçmektedir.
3- Kararlı ve sabırlı olunmalıdır. Maalesef şöyle kötü bir yapımız var: Herhangi bir konu için uzun uzun toplantılar yaptıktan sonra almış olduğumuz karaları daha gün bitmeden yok saymaya başlayıp ilk başladığımız noktanın da gerisine gidiyoruz.
4- Basketbolu tabana (Anaokulundan başlayarak okullara sokmadan başarılı olmak mümkün değildir.) yaymak zorundayız.
5- Acil bir şekilde Basketbol Federasyonu bünyesinde AR-GE birimi kurulmalıdır.
6- Ülkemizin yetiştirmiş olduğu birbirinden değerli basketbol insanlarından ve üniversitelerin ilgili bölümlerinde görev yapan hocalarımızla bir çalışma ekibi kurulmalıdır
7- Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Üniversiteler ile ortak çalışma ve planlamalar yapılmalıdır.
8- Ülke basketbolunu sadece İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir şehirlerimizde oynanır olmaktan çıkarıp Türkiye’nin en ücra köşelerinde bile basketbol sporunun yapılır hale getirilmesini sağlamaya çalışmalıyız. Bu da ancak basketbolun okullara girmesi ile olur.
9- Ülkemizde görev yapan yaklaşık 50 bine yakın Beden Eğitimi Öğretmenimizden destek alacak çalışmalar yapmalıyız.
10- Acil eylem planının yanı sıra 5-10 ve hatta 20 yıllık geleceğe yönelik uzun soluklu planlamalar yapılmalıdır.
Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;
Yetiştirmiş, ihraç etmiş oldukları sporcu, antrenör ve yöneticiler ile dünya sporuna hükmeden Sırbistan, Litvanya ve A.B.D gibi birçok ülkenin başarı öykülerine baktığımızda ‘sabırlı ve kararlı’ olduklarını görürüz. O yüzden bu çıkılması gereken meşakkatli yolda, hepimizin birlik ve bütünlük içinde birbirimize sarılarak sabırla ve kararlılıkla hareket etme gibi bir zorunluluğumuz bulunmaktadır.
Ve son cümle olarak şunu yine belirtmek istiyorum:
“HEPİMİZ AMA HEPİMİZ ÜLKEMİZİN İNSANINA SABIRLI OLUP ONLARA CANI GÖNÜLDEN İNANMALIYIZ, EVLATLARIMIZIN YANLARINDA KAPI GİBİ DURMALIYIZ, EN UFACIK HATALARINDA ‘SİZDEN BİR ŞEY OLMAZ’ DİYEREK GÜVENLERİNİ YERLE BİR ETMEMELİYİZ…
Herkesin şunu da bilmesini önemle istirham ediyorum;
“Amacım ülkemizde yetişen en güzel üzümleri yemektir. Kesinlikle bağcı dövmek değildir.”
Tam yazımı bitirirken basketfaul.com sitesine Fenerbahçe’den ayrılan birinci asistan koçun yerine, Manisa Basketbol takımının koçu ve aynı zamanda Jasikevicius’un memleketlisi! Kazys Maksvytis’e teklif götürüldüğü ve ilerleme kaydedildiği haberi düştü.
Burada ister istemez şu soruları sormak zorunda kalıyorum:
Yıllardır birçok Süper Lig takımında baş antrenör olarak görev yapmış sevgili Ertuğrul Erdoğan birinci asistan koç olmayı hak etmemiş midir?
İlk sorumdan daha da önemli bir soru ise biz ne zaman Fenerbahçe’nin başında kendi ülke insanımızı göreceğiz? Eğer bu düzeyde koç yetiştirmeyi başaramadığımızı düşünüyorsak başta Basketbol Federasyon’u olmak üzere antrenör yetiştiren tüm kurumlarımızın kendilerini sorgulamaları gerekmez mi?
Sevgili okurlar, kendi vatanımızda kaldığımız konumun adını koymayı da sizlere bırakıyorum…
Saygılarımla…
Basketbol kulüplerinin hepsinde CEO’ lar ve menajerler yabancı olmalı
Bir basketbolsever olarak uzun zamandan beri Türk basketbolunu „kurtarmaya“ yönelik analizler, fikirler, çözüm önerileri, hatta bu konularda hazırlanmış yazı ve röportaj dizilerini takip ediyorum. Aslına bakarsanız yapılmasi gerekenler çok da zor işler değil. Dünyada ve ülkemizdeki başka branşlarda birçok somut örnek var. Ve daha da önemlisi Türk basketbolunun kendi geçmişinde hiç de küçümsenmemesi gereken başarılar mevcut. Yani oralara nasıl gidilebileceğine dair bir kurumsal bilgi ve hafıza aslında mevcut.
Bence en önemli sorun, basketbol camiasının (sadece TBF yönetiminden bahsetmiyorum), birkaç istisna hariç, gerekli kararlılığı ve birlikteliği gösteremiyor oluşu. Bu hususta en önemli sorumluluk, basketbol sporuna özgü bazı nedenlerden/özelliklerden dolayı, kanımca camia içerisinde yer alan „büyük abilere“ düşmekte.
Örneğin bundan dokuz sene önce, Hidayet Türkoğlu yönetimi göreve gelmeden yaklaşık iki ay kadar önce Sapanca’da bir ortak akıl toplantısı düzenlenmişti. Organizasyonunu profesyonel ve donanımlı bir danışmanlık şirketinin üstlendiği bu iki günlük toplantıya, farklı paydaş gruplarından 100 civarında temsilci katılmıştı. Katılımcıların arasında Yalçın Granit, Aydın Örs, Çetin Yılmaz, Doğan Hakyemez, Ergin Ataman, Hurşit Baytok, Murat Didin, Necip Kapanlı vb. gibi camia içerisinde önemli bir ağırlığı olduğunu düşündüğüm isimler de vardı.
Bu toplantı sonucunda toplam dokuz ana başlıkta toplanan sorunlar sistematik bir şekilde tartışılıp muhtemel çözüm önerileri de konuşulmuştu. O dönemde de bu toplantıyla ilgili bazı eleştiriler olsa da (örneğin bazı çok önemli kişilerin davet edilmemiş olması, ya da bu toplantının aslında seçim öncesi bir PR çalışması niteliğinden öteye gitmeyeceği vs. gibi acımasız eleştiriler de dahil olmak üzere), mevcut sorunlara sistematik, bilimsel ve belki de en önemlisi katılımcı bir yöntemle yaklaşmak adına çok önemli bir ilk toplantı niteliğindeydi bu arama konferansı.
Ancak, objektif olarak bakıldığında oldukça profesyonelce ve yönetişim anlamında da doğru paydaşlarca organize edilmiş olan bu toplantıda çokça somut öneri ve diğer önemli çıkarımlar yapılmış olmasına rağmen, bu toplantı bugüne kadar geçen sürede (benim takip ettiğim kadarıyla, eğer yanlışım varsa özür diliyorum) hiçbir şekilde ciddi olarak tekrar gündeme getirilmedi, camiadan hiç kimse sonradan çıkıp da „ya ne oldu bu toplantının sonuçlarına?“ diye bir beyanda bulunmadı ya da içerik olarak somut olarak takipte kalınmadı.
Açıkçası ben kendimi, tam zamanlı bir şekilde basketbol alanında çalışmadığım için, direkt olarak Türk basketbol camiasının içinde görmüyorum. Belki de o nedenle, „dışarıdan“ baktığımda bu sahiplenmeme konusuna pek anlam veremiyorum.
Her şeye rağmen umarım en kısa zamanda gerekli adımlar atılır ve ülke basketbolu sürdürülebilir ve kalıcı bir şekilde tekrar daha iyi bir pozisyona ulaşabilir.
Saygılar
Cem Karamürsel
Basit bir örnek; çocuğunuzu ilk okula yazdırırken son tahlilde öğretmen’e odaklanırsınız. Öğretmen iyiyse okul ortamının kötü olmasına bile katlanırsınız. Aynı okulda 2-3 iyi öğretmen olduğunda o kötü okul ortamı kendiliğinden iyi okula dönüşür.
Burada asıl olan öğretmenin hem müfredatı hem de kendini gelistirerek edindiği bilgileri öğrencinin özelliklerine göre öğretebilmesi ve geliştirmesidir.
İyi ögretmen yetiştirmek akademik kurumların işidir. Akademik kurumları yaratmak devlet işidir. Ülkemizde ve dünyada oldugu gibi bu iş siyasetin işidir.
Japonya’da üniversite girişinde en zor bölüm öğretmenliktir. Tıptan bile zordur.
Sırbistan Basketbolu örneğine değinirsek, onlar avrupa’nın en iyi koçlarını yetistirirler. Disiplinli, sabırlı, oyuncu özelliklerini iyi analız eden insanlardır. Oyuncunun ailesinin siyasi veya dini tercihi onların hiç merak etmedikleri konulardır.
Bana göre; yeniden keşfe gerek yok. Benzer modelinin alınabileceği pek çok ülke organizasyonu mevcut. Tüm uzmanları toplayıp 1 senelik analiz ve sonrası yapılanma ile memleketteki sayısız antrenör veya adayını belirlenebilir, eğitilir ve kurulan akademilerde görevlendirilebilir.
Para, oyuncu, eğitimci, yürek yani her türlü Kaynak var bizde.
Kim yapacak, nasıl başlanacak diyorsanız?
Senelerdir gözle görünür değer yaratmayan Federasyonu seçmeye devam eden kulüplerden başlayacağız. Değer görmek isteyen antrenörlerden&oyunculardan başlayacağız. 8 yaşındaki çocuğuna tribünden hönküren o veli’den başlayacağız.
Elimizdeki en küçük ensturümanı bile kullanıp “biz” başlatacağız.
Bu kültürü koşulsuz edinmek zorundayız…
Basketbolun içindeki herkes sorunları da çözümleri de biliyor ama nedense hiçbir şey yapılmıyor. Yazarın dediği gibi önce kendi insanına güvenip,değer vereceksin sonra başkasına, bu her konu için geçerli.
Biz hep kısa yoldan başarı ve gelire odaklandık uzun vadeli düşünmedik, düşünmüyoruz. Federasyon başkanı, kulüpler, Türk koçlar hep aynı kafada. Türk oyunculara yabancı oyunculara verilen kredi, şans, süre verilmiyor, her kritik şutları onlar atıyor, topları onlar kullanıyor, adil rekabet ortamı yaratılmıyor, şevki kırık ne yapsa da yeterli süre alamayacağını bilen Türk oyuncular da para için figüran olmayı kabulleniyorlar. Efes El şampiyonu olurken yabancı bazı oyuncular hata yapsak da oynayacağımızı biliyorduk demediler mi? Efes ve Fb eurolig şampiyonu olurken kaç Türk oyuncu kaç dakika süre aldı, istatistikleri ne? Potansiyeli olan kendi çocuklarımızı görmezden geliyoruz. Altyapı koçları da geçinemiyorken nasıl oyuncu yetiştirip,
geliştirsinler? Türk koçları para ve kendi çıkarlarını korumak için idealist düşünmüyorlar buna maddi ihtiyacı olmayan anlı şanlı koçlar da dahil. Onlara göre şampiyonun kim olduğu önemli gerisi boş. Önemli olan kendi insanınla başarılı olmak onun için çabalamak, hazıra konmak, sürekli oynatılıp parlatılan yabancı oyuncularla değil, olmamalı da. Bunun yabancı düşmanlığıyla da alakası yok.Son 10-15 yılda bir Türk oyun kurucu yetiştiremedik, her takımda iki yabancı oyun kurucu var yetmiyor ikinci ligde bile iki yabancı kuralı varken iş zor bunun sıkıntılarını milli takımda da yaşıyoruz da azınlık hariç kimin umurunda?