Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;
İnsan topluluklarını millet yapan kültür unsurlarından biri de spordur. Spor kişisel olduğu kadar sosyal bir olaydır. Kültürlerin korunması, kendilerini geliştirebilmeleri için spor ve sportif faaliyetlerin önemi inkâr edilemez bir doğrudur.
Toplumsal dayanışmanın sağlanmasında, spor gibi bireyleri yakınlaştırıcı, birbirine kaynaştıran merkezlerin önemli rolleri vardır. Sporun din, dil, ırk, milliyet ve renk ayrımı gözetmeksizin diğer ülkelerin halkalarıyla ortak hareket edilmesinde katkıları yadsınamaz bir gerçektir.
Dünyadaki ülkelerin tamamı, (ister gelişmiş toplum olsun isterse de gelişmemiş toplum) Olimpiyatlara ve Dünya Şampiyonalarına katılmak için sporcularına, organizasyonlarına maddi ve manevi büyük yatırımlar yaparlar. Bunun en önemli nedeni, diğer devletler nezdinde hem sosyal yönden hem de imaj yönünden ülkelerinin itibarını arttırmak ve bu yolla dünyaya-insanlara vermeyi düşündükleri mesajları iletmektir.
Sporun bir tek spor olmadığı gerçeğini hepimiz yakından bilmekteyiz. Spor aynı zamanda kitlelere ulaşmak için en kolay iletişim aracıdır.
Yakın zamanda basketbol ailemizin değerli üyesi Çağlar Baştoklu’nun yazmış olduğu “Son Bir Maça Var Mısın?” kitabını bir solukta okudum. Bu kitaptan iki anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Futbolun Filozofu Socrates:
Okumayı kendi kendine öğrenen Oliviera Antik Yunan Felsefesinin babası sayılan “Sokrates”ten esinlenerek oğlunun ismini Sokrates koyar. Felsefe ve edebiyat kitapları içinde büyüyen Sokrates yapmakta olduğu futbol sporunun yanında tıp eğitimini de tamamlama başarısını göstermiştir.
Brezilya Futbol Milli takımının “Doktor” lakaplı oyuncusu Socrates; Brezilya’da insanların tamamının futbolu takip ettiğini ve halkın genelinin eğitimsiz olduğunu ifade etmektedir. Bu yüzden futbol sporunu insanlara temas etme sanatı olarak görüp, geniş kitlelere bu vasıtayla ulaşarak halkın eğitilebileceği ve toplumsal değişime ön ayak olunabileceğine inanmaktaydı. Oynanan maçlardan sonra ülkedeki adaletsiz gelir dağılımına dikkat çekerek halkın yoksul bırakılmasına tepki gösteren açıklamalarda bulunuyordu.
1980’li yıllarda diktatörlükle yönetilen Brezilya’da kimsenin demokrasiyi ağzına alamadığı bir dönemde Socrates Corinthians takımının kaptanı olarak 1983 yılındaki şampiyonluk maçına, sahaya “yensen de yenilsen de demokrasiden vazgeçme” pankartıyla çıkarak geniş halk kitlelerine demokrasinin önemini anlatmaya çalışıyordu.
Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;
Şimdi biliyorum bir kısım okurumuz Naci Hoca yine nostaljik takılıyor diyecek (böyle düşünen herkesi sevgi ve saygıyla kucaklıyorum…) Ama çok güzel bir örnek olması ve spordan öte, topluma verdiği mesajlarla çok şey kazandırdığı için Beyaz Gölge dizisine değinmeden geçmek istemiyorum.
Çocukluk Masumiyetimiz; Beyaz Gölge:
1980-1990’lı yıllarımıza damga vuran, “Çocukluk masumiyetimiz” “Beyaz Gölge” (The White Shadow), dizisini tüm spor ve basketbolseverler çok iyi bilirler.
Koç Reeves’in oyuncularına “başınıza bir şey gelirse hep yanınızda olacağım” demesi üzerine fırlama oyuncularından birinin “aynen Beyaz Gölge gibi değil mi?” Demesi üzerine dizinin adı ortaya çıkmıştır.
ABD‘li Milli Basketbolcu Kenneth Joseph Howard, dizideki adıyla koç Ken Reeves çoğunlukla Afro-Amerikalı öğrencilerin öğrenim gördüğü Los Angeles kentindeki Carter Lisesi’nin başına geçer. Lisenin bulunduğu yer sokak serserilerinin mekân tuttuğu, alkol ve uyuşturucunun kol gezdiği bir çevrededir.
Koç Reeves, çoğu gelecekten ümidi olmayan, bezgin, bitik öğrenci ve sporcularının özel hayatları dahil olmak üzere okul yaşamlarıyla da yakından ilgilenerek sporcularını zirveye taşır.
Beyaz Gölgenin yarattığı etkiyle ülkemizde okul bahçelerine, sokak aralarına, elektrik direklerine varana dek çemberler takıldı ve potalar kuruldu.
1980-1990’lı yıllarda Beyaz Gölge dizisinin, basketbol sevgisiyle birlikte insan sevgisi, azim, dürüstlük, spor ahlakı ve arkadaşlık duygularının benimsenmesinde ülkemizde de önemli rol oynadığını sanırım hepimiz kabul ederiz.
Beyaz Gölge dizisi ülkemize kazandırdığı basketbol sevgisinin yanı sıra, devlet ve özel kurumlarının basketbol sporuna yatırımlar yapmasına da neden olmuştur.
Beyaz Gölge dizisi sporun toplumsal görev ve sorumluluğunu bir kez daha ortaya gözler önüne serme başarısından ötürü ABD’de ekrana geldiği dönemde Emmy başta olmak üzere birçok ödüle de layık görülmüştür.
Sporun iyileştirme, rehabilite etme gücünün olduğunu sporla temas etmiş olanlar çok iyi bilmektedir. Bu yüzden çocuklarımıza spor yaptırmamız gerçeğinin de hepimiz tarafından bilinmesi gerekir diye düşünüyorum.
Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;
Basketbol ailemizin değerli bir üyesi olan sevgili Çağlar Baştoklu’nun yazmış olduğu “Son Bir Maça Var Mısın?” Kitabından alıntıladığım Brezilya Futbol Milli takım oyuncusu Sokrates ve Beyaz Gölge dizisini anlatan iki kısa öyküyü sizlerle paylaştım.
Kitapta;
Yugoslav basketbolunun yetiştirmiş olduğu dünya çapındaki basketbolcular olan Drazen Petroviç ile Vlade Divac’ın Yugoslavya’nın bölünmesinden sonra yaşadıklarını,
Köle kökenli bir ailenin çocuğu olan Muhammed Ali’nin 1960 yılında Roma Olimpiyatlarında kazanmış olduğu altın madalyada sonrası siyahi olduğu için bir lokantada başına gelenlerin ardından altın madalyasını Ohio nehrine atması ve ölümünden sonra devlet töreniyle madalyanın iade edilme öyküsünü,
Tarihin en utanç verici golü; Şili’ye özgürlüğe giden yolda yaşananlar, stadyumun adının “Venceremos” u söyleyen ve katledilen Şili’li büyük halk sanatçısının adı olan “Victır Jara Stadyumu” olarak değiştirilmesini,
Real Madrid– Barcelona kulüplerinin öykülerini ve diğer değerli yaşama dair paylaşımları okuyunca ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum.
“Son Bir Maça Var Mısın?” Kitabın da sporun, sosyolojik ve toplumsal olaylar açısından birbirinden değerli yaşanmış anekdotlara da şahit olacaksınız.
Değerli okurlar, kitap yazmak ciddi bir birikim ve emek ister. Sevgili Çağlar kitabında spordan ziyade sporun iletişimdeki etkili gücü ve anlatmış olduğu yaşanmış öykülerle de spordan siyasete kadar önemli farkındalıkların altını çizmiş bulunmaktadır.
Bu güzel kitabı bizlere kazandırdığı için kendisine bir okur olarak teşekkürü bir borç biliyorum.
Saygılarımla
Çağlar Baştoklu’nun eline emeğine sağlık. Vakit ayırıp bu kitabı bize tanıttığı için Naci Özonay’a ayrıca teşekkür ederim. Yugoslavya’daki savaş Divac ile Petrovic’in dostluklarının bozulmasına yol açmıştı. İşin iç yüzünü okumak için sabırsızlanıyorum. Sevgiler