(Ekonomi Gazetesi)
Los Angeles Lakers takımını videodan ilk seyrettiğim sene 1984 veya 1985 olmalı. Yalçın Granit ağabeyimiz genç sporcuların gözlemleyerek öğrenebilmesi için Beyoğlu Hasnun Galip sokaktaki kulüp binasının giriş katına bir video sistemi kurdurmuş. Amerika‘dan maç kasetleri getirtmişti. Hemen hemen tüm boş vakitlerimizi Los Angeles Lakers-Boston Celtics finalini seyrederek geçiriyor, maçın her anını ileri geri sararak ezberliyorduk.
Üst kattaki antrenman sahasına çıktığımızda, kimimiz Magic Johnson’un hareketlerini taklit etmeye (taklit etmenin çok iyi bir öğrenme metodu olduğunu seneler sonra öğrenecektim), kimimiz Larry Bird gibi şut atmaya çalışıyorduk. Soyunma odasında bu iki NBA oyuncusunun dedikodularını yaparken, en büyük hedefimiz A takıma çıkıp Milli sporcu olabilmekti. NBA’ye gidip oynamak hayal bile edilemiyordu o zamanlar.
Biz kendi çocuk dünyamızda NBA yıldızlarını seyredip GS, FB basketbol finali üzerine ‘masum’ bahisler oynarken, Lakers’ın patronu Jerry Buss’ın kim olduğu ve hayalleri hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Buss ailesi ve Los Angeles Dodgers’ın sahibi Mark Walter arasındaki 10 milyar dolarlık anlaşmanın başlığını okuduğum zaman ilk aklıma gelenler, kulüp binasında seyrettiğim Lakers-Celtics finali ve HBO’da izlediğim “Winning Time: The Rise of the Lakers Dynasty” dizisi oldu.
1979 yılında, emlak yatırımcısı Dr. Jerry Buss 67 milyon dolara Los Angeles Lakers’ı satın aldığında 10 milyar dolarlık bir satışı hayal edebiliyor muydu bilmiyorum. Fakat sahadaki galibiyetlerden daha fazlasını hedeflediği kesin. Işıklar, yıldızlar ve şov. Ona göre basketbol sadece bir spor değil, bir “deneyim” olmalıydı. Lakers maçları artık sadece basketbol değil; Jack Nicholson’ın kenardan izlediği, Hollywood yıldızlarının boy gösterdiği, sahada hızlı hücumların, smaçların ve asistlerin uçuştuğu bir sahneydi.
Show time felsefesinin sahaya yansıması Magic Johnson’ın draft edilmesiyle gerçekleşti. ‘Magic’in büyüleyici oyun tarzı, Larry Bird’ün soğukkanlı inadıyla, Lakers’ın hızlı ve şov odaklı oyunu, Celtics’in disiplinli ve sert yapısıyla çatışıyordu. Bu farklı rekabet sadece iki takım ve oyuncu arasında kalmıyor aynı zamanda yeni bir dönemin de başlangıcı oluyordu.
80’lerde başlayan bu yükseliş artık bambaşka bir seviyeye ulaştı. Günümüzde profesyonel spor kulüpleri bireysel zenginlerin keyfi yatırımlarıyla değil ortaklıklı yatırım yapılarıyla yönetilmek zorunda kalıyor. 2000’li yılların başında Roman Abramovich’in Chelsea’yi satın almasıyla başlayan “zengin tek adam” süreci, uluslararası satın alma gücüne rağmen devam edemedi ve 2022’de Todd Boehly liderliğindeki çok ortaklı bir yapıya satıldı. Benzer şekilde, NBA ve NFL’deki takımların çoğu da aile mirası olmaktan çıkıp, stratejik yatırımlar alanına dönüşüyor. Takımlar artık genellikle bir kişinin değil, yatırım fonlarının veya çoklu ortaklıkların mülkiyetinde.
Jerry Buss, sporun eğlence boyutunu gören ilk patronlardan biri olarak 1979’da Lakers’ı satın aldığında bu işin “vizyoner bir yatırım” olduğunu bilen çok az kişi vardı. Bugün Lakers’ın değeri, dev teknoloji şirketleriyle, medya imparatorluklarıyla yarışır seviyede. Bu seviyeye ulaşan bir spor organizasyonunu Buss’a benzer bir iş insanının tek başına finanse etmesi, yönetmesi ve sürdürülebilir kılması neredeyse olanaksız. Jerry’nin kızı Jeanie Buss liderliğindeki Buss ailesinin bu rekor satış kararı, Los Angeles Lakers gibi büyük markanın dahi bireysel mülkiyetten uzaklaştığının bir ispatı niteliğinde.
Lakers’ın satış değeri sadece kadro kalitesini değil; marka gücünü, global erişimini, medya haklarını, arena gelirlerini ve dijital potansiyelini de kapsıyor. Modern kulüpler, sadece sahadaki skorlarla değil; yayın hakları, sponsorluk anlaşmaları, stadyum gelirleri ve global marka değerleriyle ölçülmeye başlandı. Spor artık saha içi başarıdan çok daha fazlası ve bu karmaşık yapının yönetimi, bireysel karizma ya da kişisel servetle değil, ancak kurumsal bir yönetimle mümkün.
Kulüplerin artık yalnızca sportif rekabetin değil, aynı zamanda devasa finansal oyunların da merkezinde olduğu kesin. Tutkunun değil, kurumsal ekonominin ön plana çıkması sporun ruhunu yeniden şekillendirirken, Magic Johnson’ın sahadaki gülümsemesiyle başlayan Los Angeles Lakers hikayesi bugün artık milyar dolarlık bir imparatorluğa dönüşmüş durumda…