Genç Dinozor kimdir? Basketbol ruhu genç ve enerjik olan, dinazor misali tecrübeli spor insanlarıdır.
Kadroda kimler var? Necip Kapanlı, Haydar Kemal Ateş, Cem Gökçe, Selam Gökçe, Fatih Söylemezoğlu ve zaman zaman “Genç Dinozor” konukları.
Amacı nedir? Türk Basketbol Kamuoyuna ve özellikle veli, oyuncu, antrenör, yönetici ve tüm “Genç Öz kaynak” gruplarına gündemde ait basketbolun saha içi ve saha dışı olaylarını farklı ve geliştirici bakış açısıyla değerlendirmek ve basketbol kamuoyuna farklı düşünce pencereleri açmak.
Bugün sevgili Yiğiter Uluğ ile basketbolun basındaki yeri ve basketbolun geldiği nokta ile ilgili bir sohbet yapacağız…
Necip Kapanlı: Öncelikle basketbol medyası ne durumda? Yakın zamanda yaşanan iki şey var, birincisi Nigel Hayes’in 50 sayı attığı gün koç basın toplantısında bu konuda soru sorulmamasını eleştirmişti. Diğeri de Alimpieviç’in yarı finale çıktıklarında basın toplantısı salonunda gazetecileri görünce söylediği; “Aaaa gazeteciler gelmiş sözü”! Basketbol medyasının durumu nedir?
MEDYA ÇOK KAN KAYBETTİ
Yiğiter Uluğ: Basketbol medyasını medyanın genelinden soyutlayıp yorum yapabilmek zor. Öncelikle Türkiye’de medya çok kan kaybetti, ağırlığını kaybetti. Klasik anlamda bildiğimiz konvansiyel medya araçlarını artık takip etmez olduk. İçimiz de artık kaç kişi gazete alıyor, ya da sabah kalkınca gazetelerin internet sayfalarına bakıyor? Artık bunlar kalmadı hayatımızda. Medyada bazı şeyler yok oldu, bazıları da biçim değiştirerek kendisine yol açmaya çalışıyor. Artık pek çok şeyi youtube kanallarından almaya çalışıyoruz. Basketbola gönül vermiş insanların büyük kurumlarda çalışma imkanı neredeyse hiç kalmadı. Dolayısı ile birçok insan youtube üzerinden kendi yağı ile kavrulup basketbolseverlere ulaşmaya çalışıyor. Bunu ben tencerede pişirip kapağında yemeye benzetiyorum.
Necip Kapanlı: Peki bu durumun basketbolun reytinginin azalması ile bir ilgisi var mı?
Yiğiter Uluğ: Muhakkak. Bunu daha önce yaşadık. Efes’in Koraç kupası dönemi, Avrupa Şampiyonasında oynanan final, Dünya şampiyonasında oynanan final vs. Bir zamanlar basketbol çok daha fazla gündemdeydi. Bugün gittiğimiz yoldan voleybol gidiyor, Milli takımları sayesinde… Adeta herkes voleybol üstadı oldu, kimse basketbol konuşmuyor.
Fatih Söylemezoğlu: Özellikle 2000’lere doğru sanki basketbol medyası bilinçli olarak küçültüldü. Malum Turgay Demirel rahmetli Osman Solakoğlu’nu 20 yılın üzerinde başkanlık yaptığı için eleştirerek geldi, ama kendisi de 23 sene kaldı. Koltuğa bu denli yapışan insanlar ürünlerini daha geniş kitlelere ulaştırmak yerine koltuğu bırakmamak için kontrol edebilecekleri bir medya oluşturuyor, bilmiyorum katılır mısın?
ELEŞTİRİYE HER ZAMAN İHTİYAÇ VAR
Yiğiter Uluğ: Doğru. Böyle işleyen sistemde herkes büyük abisinden neyi görüyorsa onu uyguluyor. Basketbolu yönetenler de yukarıya bakıyorlar, siyaseti yönetenler ülkeyi nasıl yönetiyorsa kendileri de basketbolu aynı yazısız kurallarla yönetmeye çalışıyorlar. Yani kendilerine yandaşlık edecek gazeteciler bulup onları besleyip büyüterek onlarla gündemi kontrol edip, geri kalanlar da acından ölsün bakış açısıyla hayata devam ediyorlar. Aynı memleketi yönetenlerin yaptığı gibi… Bu arada eleştirilerin hepsi doğruydu, haklıydı demiyorum ancak eleştiriye her zaman ihtiyaç var, neticede eleştirel yaklaşanların hepsi dışlandı, yerlerinden edildi. Bunun için maalesef hem kulüplerin başındakiler hem de basketbolu yöneten kişiler güçlerini kötü yönde kullandılar, o insanları bulundukları pozisyonlardan uzaklaştırdılar. Şahsen tanık olduğum şeyler oldu. Hatta bunlardan bir tanesinde arkadaşlarım oradan uzaklaştırıldığı halde ben yorum yapmaya layık görüldüğüm için inanın çok üzüldüm ve bozuldum o dönemde. 2007 Avrupa Şampiyonasında Kaan Kural çok eleştirel bulunduğu için Basketbol Federasyonu tarafından veto edilmiş ve ben orada tek yorumcu olarak kalmıştım. Ben o gün Turgay Demirel tarafından veto edilmediğim için utanmıştım, inanın. Demek ki beyefendi beni o dönemde eleştirel bulmuyordu. O turnuvada takımımız da dökülüyordu, 6 maçta tek galibiyetle, bir tek Çek’leri yenerek ve sürünerek eve dönmüştük. Kaan Kural’ı beğenirsiniz, beğenmezsiniz o ayrı konu ama neticede bugün Kaan Türk basketbolu hakkında satır bile yazmıyor. NBA yorumculuğu, E-Spor yorumculuğu yapıyor. Şimdi onu örnek alıp da yolundan gitmek isteyen gençler ne yapsın!
Fatih Söylemezoğlu: Euroleague resmi yayınını yapan bir kanalın başındasınız. Merak ettiğim bir konu var. Sizin kanalınızı kastetmeden geneli baz alarak baktığımda bazı yayınlarda şahsen benim tasvip etmediğim zaman zaman popülist davranan yorumcu ve spikerler oluyor. Öyle ki, eğer yabancı bir takımla oynuyorsak maçlar adeta anlatanlar tarafından Kurtuluş Savaşının bir simülasyonuna dönüştürülüyor. Ayrıca bütün hakemler bize karşı ucuzluğu ya da içeride oynanan maçlarda güçlü olan kulübün adeta fanatik taraftarı gibi anlatımlarla bazı arkadaşlar mevcudiyetlerini koruma çabasına bürünüyorlar. Ve bu hiç şık olmuyor. Sizin spiker ve yorumcularınız için önerdiğiniz bir terminoloji var mı? Onların maç anlatış ya da yorumlarına daha iyi olması anlamında bir müdahaleniz oluyor mu?
Yiğiter Uluğ: Doğrusunu söylemek gerekirse bu ateşten gömlek giymekle eş değer bir konu. Çünkü ben de zaman zaman yorumcu koltuğunda oturduğum için gelen tepkilerin ne düzeyde olduğunu gayet net biliyorum. Şöyle bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz lazım: İdeal bir dünyada yaşamıyoruz. İdeal bir toplumda spor terbiyesi almış insanlarla birlikte aynı havayı solumuyoruz. Spor dediğimiz zaman insanların büyük çoğunluğunun algısı, heyecanı, eğilimleri, davranış biçimleri bizim düşündüğümüzden çok çok farklı. Ama onlarla da bir arada bu işleri yapmak durumundayız.
Örnek vermek gerekirse, çok soğukkanlı, titiz, objektif bir anlatıcılığın bir tarafta bir Türk takımı, karşısında yabancı rakip olduğunda iş yapabilmesi, beğeni toplayabilmesi imkansız. Bunu çok net olarak yaşayarak görüyoruz. Bizim spikerlerimizin eğitimi, dünyaya bakışları, kafa yapıları açısından böyle objektif, Anglo-Sakson ekolü yayıncılığa yatkın olduğunu düşünüyorum. Çoğu Eurosport eğitiminden geçmiş, başlangıç noktaları yabancı yayınlardan oluşan, bir kısmı NBA TV tecrübesine sahip genç arkadaşlarımız. Böyle taraftarlık yaparak anlatmayı tercih eden insanlar değiller. Ama izleyici talebi amigoluktan yana… Bazen çok sert eleştiriler de alıyorlar maalesef. Milliyetçi fanatizm öyle bir noktaya gelmiş durumda ki, sade ve objektif yaklaşımla bir maçı aktarabilmeniz neredeyse imkansız.
Necip Kapanlı: Bir de uğurlu, uğursuzlar var bu arada!
Yiğiter Uluğ: Haklısınız. Örneğin o uğurlu-uğursuz yorumunu yapan insanların titrini bilseniz, kimler olduğunu söylesem zaten artık biz bu işi kapatıp gidelim diye düşünebilirsiniz. Yurt dışında üniversitelerde eğitim almış, en üst düzey yönetici koltuklarında oturan insanlar, o yorumcuyu bize verme, biz onunla 3 maçtır kazanamıyoruz diyebiliyor!
Fatih Söylemezoğlu: Haklısınız. Harvard’da eğitim alıp ben uğursuz geliyorum diye maça gelmeyen hepimizin bildiği yöneticiler var.
Necip Kapanlı: Eskiden salonlarda hakemler sorun yaşardı, şimdi spikerler yaşamaya başladı. Geçenlerde İsmail Şenol’un başına gelenler…
Yiğiter Uluğ: İsmail Şenol’a yapılan saldırı korkunç, sözün bittiği yer. Bu ortamda nasıl yayın yapılabilir siz düşünün…
Fatih Söylemezoğlu: Konuyla bağlantılı olarak şunu da sormak istiyorum; Sponsor gelirlerinin bir kısmı sözleşmeye bağlanmak üzere “medya-tanıtım” için kullanılacaktır gibi bir madde konulabilir mi? Bunun yurt içi-yurtdışı herhangi bir örneği var mı?
Yiğiter Uluğ: Özellikle kulüplerin hepsi borç harç içinde yüzerken, para kaynağı yaratmak için kırk takla atarken, buldukları bir finans kaynağını medyayla paylaşmayı kesinlikle istemeyeceklerdir. Ancak medya yaptığı işleri doğru yönlendirerek sponsorlardan gelir elde edebiliyor. Sahadaki oyun güzelse, kendini izletebiliyorsa medya da sponsor gelirlerini artırabiliyor. Eskisi kadar olmasa da çalışanlarına iyi imkanlar sunarak işini yapabiliyor. Şimdi Fenerbahçe’nin yer aldığı Final Four’a yayıncı kuruluş olarak 16-17 kişilik bir ekiple gittik. Calathes’in üçlüğü olmasa bu doğal olarak bize de yansıyacaktı. Bu anlamda Fenerbahçe’ye teşekkür borçluyuz.
Fatih Söylemezoğlu: 90 yılların başından beri basketbolun her kademesinde çeşitli görevlerde bulundunuz. Federasyon, kulüpler, gazeteler, televizyon hatta bir yıl İspanya‘da Barcelona’da görev yaptınız. Bunca tecrübe ile basketbolumuzun geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz?
Yiğiter Uluğ: Maalesef olmasını gerekenin çok altında kaldığını düşünüyorum. Çünkü 90’lar benim de profesyonel olarak içinde bulunmaya başladığım dönem, bir yükseliş dönemiydi. Siz de takdir edersiniz ki, özellikle Orhun’ların, Harun’ların son dönemi diyebileceğimiz, onları takip eden kuşakların daha iyi sonuçlar almasıyla hem milli takım hem de kulüplerde bir ivme yakalandı. Efes’in 90’lara damga vuran Naumoskili kadrosunun Koraç Kupası’nı kazanması, Final Four’lara gitmesi, bunların 2000’lerde milli takımlara yansıması ile o dönemde sürekli yükselen bir grafikle Avrupa’nın konuştuğu bir basketbol ülkesi haline gelmiştik. Bu süreçte uluslararası arenada görev alan yetişmiş insan sayımızı da artırdık. Oyuncu, antrenör, yönetici, hakem… Hatta bir spor yöneticimizin FIBA Avrupa’nın başına geçmesi aşağı yukarı 20 yıllık bir dönemin başarı öyküleri.
İNSAN YETİŞTİREMEDİK
Böyle bir temel oluştuktan sonra, sonraki 10 yılın daha iyi geçmesi gerekirdi. Çünkü bugün Türkiye ekonomik olarak çok sıkıntılı bir dönemden geçiyor ama, biraz geriye baktığımızda bizim basketbola ayırdığımız bütçeler Avrupa’daki birçok ülkenin çok üzerindeydi. Dolayısıyla bu ortamda çok daha iyi işler yapmak, çok daha fazla sayıda insan yetiştirmek gerekirdi. Her alanda sporcu, antrenör, spor yöneticisi, spor hekimi, hakem vs. Maalesef biz insan yetiştirme anlamında o yüksek bütçelerin olduğu dönemi çok kötü geçirmişiz. Dolayısıyla şimdi küçük ölçekli başarıları konuşur durumdayız. Bir takımımız Euroleague’de Final-Four oynarken bunları söylememi garipseyenler olabilir ama, Fenerbahçe’nin organizasyonel başarısı, bu işe ayırdığı bütçe ve onun karşılığını alıyor olması ne kadar Türk basketboluna ait bir şey, ona bakmak lazım. Bu ayrı bir tartışma konusu. Milli takımlarda oynayabilen bir tane oyuncu ile temsil ediliyoruz Fenerbahçe’de: Tarık Biberoviç. Aslında o da devşirme bir oyuncu. Fenerbahçe stafına bakıyoruz, koçun yanında bir Türk yardımcı antrenör görmekte zorlanıyoruz. Fenerbahçe’nin kaptanı bile ancak kupa töreninde resme girebiliyor. Onun dışında kendisini tribünde maç izlerken görüyoruz.
GERİLEME DÖNEMİ
Buna benzer şeyler Efes’in başarılarında da söz konusuydu. Evet, bir Türk takımı oralara gidiyor ve Avrupa şampiyonluk kupasını kaldırmış oluyor, yani başarı var ama bu yerli oyuncu yetiştirme anlamında bize ne veriyor ona da bakmak lazım. Bu anlamda mili takımlarımızın hali ortada, eskiden NBA’de oynayan oyuncularımıza verilen roller nasıldı, bugün nasıl! Bugün bir tek Alperen’le sevinebiliyoruz. Netice olarak bütün bunları topladığımız zaman sanki 90’lardan 2000’lere kadar bir yükseliş, sonrasında 10 yıllık bir önceki dönemin hasadından faydalanma, 2010 Dünya ikinciliğinden sonra da aşağı doğru bir gidiş söz konusu. Biraz kötü bir benzetme olacak belki ama, Osmanlı’nın yükseliş, duraklama ve gerileme dönemi ile bir paralellik gösteriyor gibi.
Fatih Söylemezoğlu: Güncel konumuz 4+3 hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
4+3…
Yiğiter Uluğ: Göreceli olarak herkes baktığı yerden haklı gözüküyor. Örneğin içimizden birisi orta sınıf bir kulübün genel menajeri olsa ve karşısına da topu iki kez yere vuran bir Türk oyuncu gelip çok yüksek bir kontrat talep etse, siz de bu adama bu parayı vereceğime bunun üçte birini yabancıya veririm ve daha iyi bir takım kurarım dersiniz. Takım yöneticileri açısından gerçekten Türk oyuncuların çıldırmış olan talepleri rahatsız edici boyutta. Diğer taraftan da Türk oyunculara şans vermek, onların yetişmesi için fırsat yaratmak, ligimizi tamamen yabancı istilası altında kalmış bir görüntüden çıkarmak gibi ulvi hedef ve isteklerimiz var basketbol insanları olarak.
16 TAKIMI KALDIRACAK OYUNCU HAVUZUMUZ YOK
Burada başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Biz hep yabancıların sayısını konuşuyoruz. Niçin hiç kulüp sayısını konuşmuyoru?. Kuyu mu derin, ip mi kısa? 16 takımla oynamak Allahın emri mi? Demek ki bizim 16 takımı kaldıracak bir oyuncu havuzumuz yok! Takım sayısını azaltmayı düşünelim, bir alt lig daha kalabalık olsun ama orada da asla yabancı oyuncu olmasın. Neden bir ülkenin ikinci liginde yabancı oynar, ben bunu da hiçbir şekilde anlamıyorum. Genç oyuncularımız orada yetişebilir, neden bu yapılmıyor? İsmini vermeyeyim ama bu sene Euroleague’de oynayan bir milli oyuncumuz, kulübünden yeni kontrat için senelik 40 milyon lira istemiş. Yaklaşık 1milyon 300 bin dolar civarında bir para. Bu durumda 350-400 bin dolarlık bir Amerikalıdan daha fazla verim almak mümkünken, kulübün tercihi nasıl olur? Ne yapsın şimdi bu yönetici? Tamam, yabancı sayısının artmasına karşıyız ama işin bir de bu tarafı var.
Necip Kapanlı: Bir de şu var, Türk oyuncular aslında burada sıkışmış durumda. Çünkü Avrupa’ya gitseler kıta dışı statüsünde oynayabilirler ancak. Yani Türk oyuncular Türkiye’ye sıkışmış durumda. Sizce kaç tanesi bu durumda gidebilir. Ya da kaç Avrupa takımı bir Türk oyuncuyu tercih eder. Aslında kulüpler bunu bir avantaja çevirebilir.
Genç Dinozorlar: Euroleague neredeyse ilk günden beri ağırlıklı olarak Türk firmaların sponsorluğunda ayakta kalıyor. Bu anlamda bizim bunu bir avantaja çevirebildiğimizi düşünüyor musunuz?
TÜRK FİRMALARININ ROLÜ
Yiğiter Uluğ: Bizim baktığımız pencereden sanki orada avantaj yakalamıyormuşuz gibi gözükebilir, ancak bunu bir yabancıya sorsanız onlar da diyebilir ki; Türk takımlarının hemen her sene bir Final Four’u var. Bir kez Fenerbahçe, iki kez Efes şampiyon oldu, neticede son 10 yılda orada bir devamlılık var, Türk takımları bu ligde ciddi bir yer kaplıyorlar diyebilirler. Yakın geçmişte Türkiye’ye verilen final four’lar oldu. Örneğin 2012 ve 2017’de… 2023 de söz konusuydu ama sanırım Ataşehir’de Ülker Arena için metronun bitmesi bekleniyor. Çünkü kriterlerden birisi de toplu ulaşım. Neticede o salona da bir final four verecekler, metro istasyonu yapıldığı zaman. Yani buralarda aktifiz ama daha fazlası olabilir miydi, evet olabilirdi. Özellikle hakemlik konusunda… Şu anda Euroleague’de bir tek Emin Moğulkoç ile temsil ediliyoruz. Ben daha çok Türk hakemini orada görmek isterim. Bu kadar takımımız var, sponsorlarımız var ama tek bir hakemimiz var. Bakıyoruz İspanyol’un dört tane, Slovenya’nın bile iki hakemi var.
Genç Dinozorlar: Bize göre her anlamda küçük bir ülke olan Yunanistan’ın başardığını sizce biz niçin başaramıyoruz? Yunanlıların biz dahil bir çok ülkede oynayan başarılı basketbolcuları varken biz niçin bunu başaramıyoruz?
YUNAN ANTRENÖRLERİN BİZİMKİLERDEN İYİ OLDUĞUNU SÖYLEMEK İSTEMESEM DE…
Yiğiter Uluğ: Gerçekten yakından incelenmeye değer bir konu. Geçenlerde Euroleague play-off değerlendirmesini yaparken öne çıkıp takımlarını sırtlayan, sonuca etki eden oyuncuları saydık. Örneğin Papanikolaou sakatlıktan çıktı geldi Olympiakos’u Final Four’a taşıdı. En kritik maçta Papapetrou çıktı Panatinaikos’un en kritik şutlarını kullandı. Bizim takımımıza baktığınızda iki tane Yunan Milli takım oyuncusu, Calathes ve Papagiannis var. Ve çok önemli roller üstlendiler. Şimdi bu adamlar Milli maçlarda da çıkıp en kritik yerlerde top kullanıp başarılı olacaklar. Bizimle oynadıklarını düşünün, son 30 saniyeye berabere girdik diyelim… Biz kime top kullandıracağız, onlarda bu durumda kaç oyuncu, kaç seçenek var? Bu gerçekten moral bozucu bir tablo. Bunu ben biraz yetiştiricilerin eğitimi ve müfredatına bağlıyorum. Onlar bize nazaran uzun vadeli ve çok daha doğru işler yapıyorlar. Şuna da bakmak lazım, oyuncuları kimler yetiştiriyor, kimler geliştiriyor. Bizde hep şu var: 20’sine kadar oyuncularımız belli bir seviyede oluyor ama 20’sinden sonra kötü tercihlerin devreye girmesiyle birlikte kaybolup gidiyorlar. İşte o bölümde takımında süre alamaması, oyuncunun çevresinin yanlış yönlendirmeleri, buna ilaveten antrenör kalitesinin de rol oynadığını düşünüyorum. Yunan antrenörlerin bizim antrenörlerimizden iyi olduğunu söylemek istememekle birlikte, tabloya bakınca da bu konuda bir sorun olduğu görülüyor.
RUSYA’YA BENZİYORUZ
Bu konuda bizim grafiğimizin tıpa tıp Rusya’ya benzediğini düşünüyorum. Onların da 2007’de kazandıkları bir Avrupa şampiyonluğu var, Kirilenko’lu kadro ile. Ondan önce de Avrupa çapında önemli oyuncuları vardı, Karasev’ler falan… Ancak Rus milli takımı 2010‘dan beri piyasada yok. CSKA yıllardır Euroleague’de en büyük bütçelerle şampiyonluklar aldı, final oynadı, son boykota kadar final four’larda neredeyse hep vardı. Ama şu an piyasada bir tane talip olabileceğiniz Rus basketbolcudan söz etmek mümkün değil. Aslında burada biraz sosyo-ekonomik bir tahlil de yapmamız lazım. Bizim gibi kapitalizm ile geç tanışmış toplumlarda büyük kazançlar söz konusu olduğunda, doyuma da erken ulaşılıyor. Tabiri caiz ise buna erken orgazm diyebiliriz. Maalesef insanlar ilk milyon dolarını kazandıktan sonra bir daha parmağını bile kıpırdatmak istemiyor. Nasıl olsa bu benim torunuma bile yeter diye düşünüyor. Bizde de böyle, Rus’larda da böyle. Piramidin ucunda iki, üç tane başarı örneği görebiliyoruz, istisna birileri her zaman oluyor. Mesela Alperen diye bir çocuk çıkıyor, bütün önyargıları kırıp gidiyor, 19 yaşında NBA’de başarılı oluyor. Ama aşağıya doğru indiğimizde o piramidin altı bomboş. Orada bir oyuncu tarlasından söz etmek imkansız. Dolayısı ile biz çoktan seçim yapamıyoruz.
Genç Dinozorlar: Bunun sebebini erken doyuma mı bağlıyorsunuz?
ŞEHMUS’UN ALPEREN’DEN BİR EKSİĞİ Mİ VARDI?
Yiğiter Uluğ: Büyük ölçüde. Şimdi kendisinden bu şekilde bahsedince belki üzülecek ama ortada bir Şehmuz örneği var. Soruyorum: Şehmuz’un Alperen’den bir eksiği var mıydı Beşiktaş’a Banvit’ten geldiklerinde? Fazlası bile vardı belki. Nerede Şehmuz şimdi? Fenerbahçe kulübü Beşiktaş’a dünyanın parasını ödeyip aldı getirdi, ama Şehmuz Euroleague maçlarında kadroya giremiyor. Arada sırada ligde oynadığında neredeyse düğün bayram edeceğiz, potaya iki tane top attı diye. Bana göre Şehmuz Fenerbahçe tercihiyle kariyerini mahvetti. Bütün bu yılları heba etti. Bu şekilde bir sürü oyuncu sayabiliriz. Ben daha az para kazanayım ama daha çok oynayayım, iki sene sonra belki NBA’ye gidebilirim diyemez miydi? Ama kim verecek ona bu tavsiyeyi? Aslında Şehmuz’un çalışkan bir oyuncu olduğunu duyuyorum ama, demek ki kadroya giremediği için o da motivasyonunu kaybediyor. Bu ve benzer nedenlerle Rusya ile benzeşiyoruz. Para var ama para üretime yansımıyor. Pahalı kadrolar kuruluyor, bizim takımlarımız da CSKA’ya benziyor. Sonra hep birlikte seviniyoruz, kupayla turlar atıyoruz ama o sevinç tablosunun altında insan yetiştirmek adına bir şey yok.
10-15 BİN DOLAR AYLIKLA AVRUPA’YA GİTMİYORLAR
Maalesef Türk oyuncuların hiç birisinde görmediğim bir şey de Avrupa’da daha düşük bütçeli bir kulübe gideyim, örneğin Telekom Bonn’da oynayayım, bir yabancı dil öğrenirim, şyeni insanlar tanımış olurum mantalitesi… Belki ayda 10 bin 15 bin Euro alırım ama bir Avrupa kupasında yarı finale, finale çıkan bir takımda oynarım falan diye düşünmüyorlar. Ne bileyim, Malaga’ya gidip kendisine yatırım yapmak yerine Ankara’ya Telekom’a gidip bol sıfırlı bir kontratı tercih ediyor çoğu genç… Veya Fenerbahçe’ye gidip kadroya girememeyi, tribünde oturmayı kabul ediyor.
Selam Gökçe: Peki bizim bu gördüğümüzü örneğin Fenerbahçe yöneticileri, teknik heyeti, menajeri görmüyor mu, farkında değiller mi? Niçin Fenerbahçeli bir yönetici çıkıp sizin dediğinizi söylemez. Bu oyuncuyu gönderelim Bonn’a, gönderelim Malaga’ya orada bir iki sene oynasın tecrübe kazansın gelsin demez merak ediyorum.
Yiğiter Uluğ: Bir örnek vereyim: Campazzo’nun İspanya’ya ilk geldiği zaman, daha çoğu kimsenin tanımadığı yıllarda Real Madrid Donçiç’in önünü açmak için, ona daha fazla süre verebilmek için Campazzo’yu Murcia’ya gönderdi. Murcia play off’a bile giremeyen bir takımdı. Campazzo bu takımda pişti, sonra Real Madrid’e döndü. Bu arada Donçiç’de NBA’e gitti. Bunlar iyi bir öngörü ile yapılmış planlamalar. Anlayamadığım şu: aldığınız bir buzdolabı bile iyi soğutmuyorsa eve servis çağırırsınız, değil mi? Burada oyuncu için Beşiktaş’a 700 bin dolar para vermişsiniz, katkı alamıyorsunuz, ama hiçbir şey yapmadan mukavelesinin sonuna kadar otursun burada diyorsunuz. Bu anlaşılabilir gibi değil.
Selam Gökçe: Bir ütopyayı kafamızda canlandırsak, Euroleague organizasyonlarının olmadığını düşünsek, salt Milli takımlar düzeyinde oynuyor olsak, işler bu günkünden daha iyi olabilir mi, yoksa bu bir faktör değil midir, ne düşünüyorsunuz, bunu hepinize sormak istiyorum?
Fatih Söylemezoğlu: Bence kesinlikle bu günkünden farklı olur. Öyle bir durumda yabancıya bu kadar fazla yatırım yapılmayacağı için Türk oyuncular daha fazla süre alıp gelişirler ve milli takımlar düzeyinde daha iyi bir duruma geliriz.
Necip Kapanlı: Benim anlayamadığım nokta şu; herkes Fener’de, Efes’de oynamak istiyor. Ama buralardan çıkıp oyuncu olan yok. Fenerbahçe aslında geç kalınmış bir proje başlattı. Bir TBL takımı kurdu, Mesela Mete Can, Berk Uğurlu gibi oyuncular orada oynuyor olsalar belki şu an daha iyi durumda olabilirlerdi. Efes’e bakınca gerçekten şaşırıyorum, örneğin Melih Tunca ya da Salih henüz fiziksel gelişimini tamamlamamış güçsüz çocuklar. Henüz antrenmana bile belki katkı verecek düzeyde olmayan yetenekler. Bu çocukları verin oynayabilecekleri yerlere ki gelişip döndüklerinde size daha fazla katkı versinler. Bu niye yapılmaz anlayamıyorum. Geçmişte Furkan Korkmaz oyuncu olabilmek için Efes’den adeta kaçtı. Eğer Banvit’e gitmeseydi belki bugün böyle bir oyuncu yoktu! Bu nasıl bir planlamadır aklım almıyor. Dolayısıyla öncelikli olarak Efes ve Fener’i tercih eden çocuklar heba oluyor.
Yiğiter Uluğ: Kesinlikle katılıyorum. Hepinizin hatırlayacağı geçmişe bakacak olursak, 70’ler, 80’lerde ligimizde parmakla sayılacak kadar yabancı vardı. Ankara’da mesela Buzz diye bir Amerikalı her sene başka bir takımda oynardı. İstanbul’da galiba sadece Benjamin ve Eczacıbaşı’nda Frank Card diye Amerikalı vardı. O dönemde hatırlarsanız Avrupa kupalarında tur geçen takımımız yoktu. Az farkla yenildiğimiz günlerde sevinirdik, fark yemedik diye. Söylemek istediğim şu; ligi o kadar dışarıya kapattığınız zaman da uluslararası rekabetten uzaklaşıyorsun. Tabii ki o devirde bizim de yıldızlarımız vardı Kemal Erdenay’lar, Barış Küce’ler gibi ama uluslararası arenada maalesef başarılı olamıyorduk. Aynı şeyi bugün yaparsak sonucu yine öyle olur. Şimdi nasıl Arap ülkeleri futbolda parayı bastırıp bütün yıldızları topluyor, bizim basketboldaki durumumuz da farklı değil. Yeni versiyon Dubai olacak, bastırıp parayı en iyi 12 kişiyi getirip şampiyon olacaklar. Durum benziyor ama aramızdaki fark, bizim onlar kadar zengin olmayışımız!
Fatih Söylemezoğlu: Efes ve Fener’i bir kenara bırakırsak diğer takımlar yetiştirici kulüp misyonunu benimseyemez mi? Geçmişte cılız birkaç örneğine şahit olduğumuz gibi…
Yiğiter Uluğ: Kesinlikle öyle olmalı. Aslında bu birçok kulüp için fırsat da olabilir. Şöyle ki; bizim sistemimizden yetişen oyuncular buradan çıkıp hemen Euroleague seviyesinde mücadele edecek durumda olmuyorlar. Ama bir alt seviye için örneğin Türk Telekom, Tofaş, Galatasaray, Beşiktaş, Karşıyaka, Darüşşafaka’yı da içine katabileceğimiz külüpler Eurocup, FIBA Şampiyonlar Ligi seviyesinde mücadele edip Türk oyunculara süre vererek hem milli takıma oyuncu hazırlar hem de orada ilerlerse, Türk oyuncunun sahada daha çok yer alması seyirciyi heyecanlandırıyor. Bunu hepimiz gönülden diliyoruz ama, koçlarla konuşunca da işlerin pek böyle yürümediğini görüyoruz. Türk oyuncuya daha fazla süre verince, bir İspanyol takımını ya da bir Yunan takımını yenemiyor adam. O zaman da kendisinden galibiyet beklendiği için mecburen 5 yabancı ile oynamak zorunda kalıyor. Sıkıntı büyük, onlar da günü kurtarmak adına böyle davranıyorlar.
Selam Gökçe: Zaten tam da sıkıntımız burada, tamam bugün yenemiyoruz, yarın yine yenemiyoruz ama oynaya oynaya ileride yenmeye başlayabiliriz. Yeteri kadar çalıştırmadığın için yenemiyorsun bugün, önemli değil. Ama çalışmaya devam edersen bir süre sonra yeneceksin. Sabrımız yok hemen yenmeyi kısa vadede marifet zannediyoruz, o da kalıcı olmuyor toplamda.
Yiğiter Uluğ: Bunu yapabilmek için yönetim ve koçun aynı parelelde düşünüyor olması lazım. Mağlubiyet gelince yönetim faturayı hemen koça kesiyor ve bu kısır döngü böyle devam ediyor.
Selam Gökçe: Ülkemizde kazanma algısını değiştirmemiz gerekiyor. Bizim yöneticilerimiz Eurocup’ta tur geçince seviniyor. Halbuki neyine seviniyorsun bu galibiyetin. Parayı bastırıp 5 yabancı ile aldığın galibiyetin kime ne faydası var? Bunun yerine 3 yerli ile birinci turda yenil, ertesi sene hedef ikinci tur olsun, böyle böyle 5 sene sonra bak nerelere geleceksin… Ama kolaya kaçmak çoğu insanın işine geliyor.
Fatih Söylemezoğlu: Son olarak bu sene federasyon seçimleri var, bu konuda söylemek istediğiniz bir şey var mı?
FEDERASYON SEÇİMLERİ…
Yiğiter Uluğ: Geçen seçimde Erman Kunter’in ekibinde yer almış birisi olarak, o dönemde 3 sene önce basketbol adına söylenebilecek doğruları dile getirdiğimizi, en azından prensipleri doğru koyduğumuzu, projeleri aktarmaya çalıştığımızı düşünüyorum. Sonuç meydanda, delegelerin ya da siyasilerin tercihi böyle oldu. Tabii ki basketbol adına doğruları her zaman, her platformda söylemeye devam edeceğiz. Seçim sonrasında da o ekip Efe Aydan ağabeyin kaptanlığında sohbet için ara sıra bir araya geliyoruz. Sohbet ederken şöyle bir noktaya vardık: “Aslında biz seçim bittikten sonra kurulacak bir ekipte yer alıp iş yapabilecek insanlarız ama, Türkiye’nin bu koşullarında seçim kazanacak ekip değiliz galiba” diye espri yapmıştık.
Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz…
Bu günlük de bu kadar…
Unutmayın, yaş sadece bir rakam. Basketbol ise ruhumuzun büyümeyen çocuğudur. Hem Dinozor hem de genç olabilirsiniz!
Ligi 12 takima dusurup 2.ligde tek yabanciyla oynamak aslinda fena fikir degil… Havuzun darsa bu tarz cozumler gerek.
TBL (2.lig) de 30 sayi atan ucan kacan bir oyun kurucunun kime faydasi oldugunu asla anlayamadim gitti 20 yildir…
Yazı uzun ama harika kafanız rahatken mutlaka zaman ayırıp okuyun…Kısa kısa not; Sanırım yazıda FB’nin uğursuz geliyor dediği kişi Erman Kunter…Ben de koca koca adamların eski federasyon hatta milli takım yöneticilerinin veya eski yazarların twettlerinde rastladım.Bu kadar hasta olduklarını da yeni öğrendim… İbrahim Kutluay ise çok bayıyor sayın Y.ULUĞ Bey… Oğlum bazen çok teknik konuşsa da “bu Dede’ye bayılıyorum” diyor?!! Daşan Piyer!!! demesi yeter… Kaan KURAL üstadı; sonu efsanevi biten Gs-Fb serisi sonunda , hakemler son topta GS aleyhine hata yaptı dedi diye Mahmut Uslu tehdit ederek bir daha Tvlere çıkması engellemişti… Yabancı veya Türk oynatma durumunda arada en çok kalan Türk oyuncular Efes ve Fb’de bknz Şehmus…FB iyi diye alıyor fakat çocuğa yabancılardan sıra gelmiyor.Umarim sözleşmesini uzatmaz… Galatasaray kadınlarda treni kaçırdığı gibi erkeklerde de kaçırmaz umarım.Bütçe az ise uzun vade düşün geleceğe yatırım yap ,aklı başında basketbolsever Gs’den Efes ve FB’nin butcesinin 10da1i ‘ne şampiyon olmasını beklemiyor zaten!!! Biraz ülken adına çaba göster…
bu sitede en yorulduğum şeylerden biri, konunun her seferinde dönüp dolaşıp “o halde diğer takımlar üretsin. onlar avrupa’da başarısız olsun, efes ve fener’e dokunmayalım, böylece belki milli takım bir gün gelecekte başarılı olur” civarına gelmesi.
bu, niye diğer kulüp taraftarlarının kabul etmek zorunda olduğu bir şey, onu da anlamış değilim ama ortada basit bir matematik hatası da var.
karşıyaka’nın, beşiktaş’ın, darüşşafaka’nın “yetiştirici” olduğu – bu arada yetiştirdikleri herkes hemeeen efes’e ve fener’e gidecek, o da ayrı mesele – ve başarısız olmaya zorlandığı bu hesapta, bu ligi kimseye izletemezsiniz. ortada, satılacak bir ürün olmadığında da, ne milli takım kalır, ne lig kalır, ne oyuncuların 40 milyonluk maaşı kalır, ne de basketbol medyası kalır.
ben karşıyaka taraftarı olarak, takımımın efes ve fener için “yetiştirici” olduğunu görmeye zorlanacaksam, milli takım umrumda değil. ne ligi izlerim, ne milli takım izlerim. zerre kadar umrumda da olmaz.
yiğiter uluğ 40 milyonluk oyuncu maaşından, kimsenin almanya ligine gitmediğinden bahsediyor, ona hiç cevap gelmiyor. ama konu yine her nasılsa diğer kulüplerin yetiştirici olması gerektiğine geliyor.
Yiğiter Uiuğ o kadar önemli ve değerli şeyler söylemiş ki, ülke basketbolu üzerine kafa yoran herkes mutlaka okumalı. Yiğiter Bey’in verdiği örnekler de tespitlerinin ne kadar yerinde olduğunu gösteriyor.