Fenerbahçe BEKO Koçu Saras Jasikevicius, beIN Sports’tan İsmail Şenol’a geniş ve kapsamlı bir röportaj verdi.
Bu çılgın takvimde röportaj talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler. Bizim için önemliydi. Öncelikle Berlin’e gideceğiniz için nasıl hissediyorsunuz?
İyi. Elbette bilet ve diğer işleri eşinize ve yakınlarınıza bırakıyorsunuz. Eşim bu konuda şimdiden uzman. Ben işime ve dinlenmeye odaklanmaya çalışıyorum. Mümkün olduğunca bağlantımı koparmak istiyorum. Bugün pazartesi, Panathinaikos maçına çalışmaya başladık. Önceliğimiz hâlâ kendi takımımız.
Sezon başlarken planınız neydi? Berlin’e bir Final Four takımının baş antrenörü olarak gitmeyi bekliyor muydunuz?
Kesinlikle hayır. Bu sene Berlin’e gitmeyi hiç beklemiyordum, şimdi ikinci kez gidiyorum. Bu kesinlikle olumlu bir şey. Dünyayı dolaşıp ailemle vakit geçirmeyi bekliyordum. Köpeği gezdirmek için eşime yardım etmeyi düşünüyordum. Belki çılgınca gelebilir ama köpeği gezdirmekten keyif alıyorum. Sonra Derya aradı. Çok şey değişti. Dünyayı gezme, hayattan keyif alıp uzaklaşma planlarım yok oldu. Siz plan yaparsınız, Tanrı güler.
Peki boş vaktiniz için aldığınız o biletler ne oldu?
Bazı tatilleri aile yakınlarımızla kullanıyoruz, bazılarını kaybettik elbette. Belki de o biletlerin parasını da Fenerbahçe’den istemeliyim.
Fenerbahçe’den telefonu aldınız. Burada bir geçmişiniz var. Daha önce oynamıştınız. Bu müzede iki kupada emeğiniz var. Nasıl hissettiniz? Çünkü önceki yıllarda Zeljko Obradovic ayrıldığında da bir temas olmuştu ama kader, Aralık ayında sizi buluşturdu.
Bu tip durumlarda sezon ortasında bağlantı kurulduğunda her şey çok çabuk gelişir. Tamamen beklenmeyen bir durumdu. Söylediğin gibi, kısa da olsa Fenerbahçe’yle bir geçmişim var. Altı ay. Ne bekleyeceğimi biliyordum. Sonrasında işler gelişir. Çok şeyi düşünmezsiniz. Büyük resme bakamazsınız. Sonraki güne, sonraki antrenmana odaklanırsınız. Karşınıza çıkan konularla ilgilenirsiniz sadece.
Geldiniz, müzeyi gördünüz. Fenerbahçe’de çok şey değişti. Temel fark neydi?
Oyunculuk günlerimden beri Fenerbahçe çok büyük adımlar attı. Artık Avrupa basketbolunun elit sınıfındalar. Her yıl takım Final Four için mücadele ediyor. Ben oyuncuyken Ülker’le beraber takımın kurulması süreci devam ediyordu. Evet, taraftar yine aynı. İnsanlar basketbolu çok seviyor burada. EuroLeague basketbolunu çok seviyorlar ve salonu dolduruyorlar. Biz Sinan Erdem’deydik. Oradaki atmosfer de fantastikti. Atılan adımların hep ileriye olduğunu görüyorum. Fenerbahçe çok daha büyük bir kulüp ve basketbolla daha da çok anılıyor.
Müzeyi beğendiniz mi?
Evet, şahane. Bence burası harika bir müze. Güzel bir düzeni var. Biz de müzenin içine daha çok şey koymaya çalışacağız.
Bu önemli. Sizin için sezon ortasında takım almak ne kadar zordu?
Çok zordu. Aynı zamanda gerçek dışı beklentiler koymamaya çalışıyorsunuz. Her gün bir küçük detay. Hedefimiz buydu. Dediğim gibi burada çok iyi bir antrenörün takımını devraldım. Birçok tecrübeli oyuncu vardı, hepsi benim tarzda birçok antrenör görmüşler. Hücumda ve savunmada her sistemi denediler. Bu oyuncular nasıl başa çıkacaklarını biliyorlardı.
Bazı oyuncular sizin eskiden da çalıştığınız isimlerdi. Nigel Hayes-Davis iki takımda çalıştığınız bir isimdi. Nick Calathes, Sertaç Şanlı… İlk maçınızda üçünü birden ilk beş başlattınız. Bu iletişimi doğru oturtmak için miydi?
Tam olarak sebep buydu. Çünkü beni ve benden ne beklemeleri gerektiğini biliyorlardı. Bu işi kabul etmemin sebebi zaten bu oyunculardı. Başlangıçtaki zor anlarda beni yönlendireceklerdi. Az çok benim felsefemi biliyorlardı. Ben de onları biliyordum. Yeni bir takıma geldiğiniz çoğu zaman, sizi bu kadar mükemmel tanıyan üç oyuncunun olma lüksüne sahip değilsiniz. Benim için büyük bir artıydı.
Buraya geldiniz. Nick Calathes bu takımdaydı. Daha önce basına saha içinde daha özgür olmak istediğine dair yaptığı açıklamalar vardı. Barcelona günlerinden sonra buraya geldi. Siz de buraya geldiniz. İlk iletişiminiz neydi? İşe yaradığı çok açık, çünkü o iyi oynadı, siz de ona çok iyi antrenörlük yaptınız.
İletişime gerek yoktu. Bence oyuncular ve antrenörler aynı cins. Koçlar hep başka takımdaki oyuncuları ister. Oyuncular da ellerindekinden başka bir şey isterler. O belki daha çok özgür olmak istedi. Bu açıklamayı yaptı, fakat çok hassas yaklaşmadan devam etmeniz lazım. Sonuçta şimdi de tekrar aynı sistemi benimsemiş durumda. Temelde aynı basketbol fikirleri. Yani komşunun tavuğu komşuya kaz görünür. Ben ilk andan itibaren oyuncularımın benim istediğim gibi daha kontrollü basketbol oynamayı benimsediklerini hissettim. Biz de yıllar içinde evrim geçiriyoruz. Ben antrenör olarak değişiyorum, o da oyuncu olarak değişiyor. İlave bir iletişime ihtiyaç yoktu.
Değişimden daha çok bahsetmemiz gerek. Nigel Hayes-Davis’in 50 sayı attığını görüyoruz. Her zaman mavi yakalı, takımın yapıştırıcı oyuncusu olarak görülürdü. Ve 50 sayı attı. Sezon başında sayı rekorunu kim kırar sorusu sorulsa, belki de ilk 20 adaydan biri olmazdı. Onun gelişimini nasıl anlatırsınız?
Bence her gün daha da önemli bir oyuncu haline geliyor. Tam da söylediğin gibi, Nigel’ı triple-double yapacak bir oyuncu olarak görürdünüz. Çünkü çok yönlü bir oyuncu, net bir skorer değil. Elbette sayı atabiliyor ve bazı maçlarda 20 sayı atabilir. 50 çılgıncaydı. O geceyle ilgili her şey çılgıncaydı. Sonunda biz de o rekoru kırması için yardımcı olduk. Bir Fenerbahçe oyuncusu olarak bu rekoru kırdığı için mutluyum.
Sizin oynadığınız döneme oranla 30-40-50’li sayıları atmak daha mı kolay?
Hayır, Avrupa basketbolunda değil. Her yıl daha da zor oluyor. Evet, daha hızlı oynamaya çalışıyoruz. Pozisyon sayısını artırmaya çalışıyoruz. Böyle bir takımımız var. Ancak Avrupa basketbolu her zaman böyle olacak. Çok değişeceğini öngörmüyorum. Her anı mücadele. Parkedeki her santimetre mücadele. Çok zor. Rakipler de işini zorlaştırmaya çalışıyor. Avrupa basketbolunda kolay değil.
Değişimden bahsederken, siz detaycı bir antrenörsünüz. Önceki Final Four takımlarınızı gördüğümüzde, bunu söylemek çok kolay. Fakat bu takım, çok daha fazla pozisyon sayısıyla oynuyor. Koştuğunuz zaman, her şey daha kolay geliyor. 100 sayının üstüne çıkıyorsunuz, Fenerbahçe’yle birçok hücum rekorunu kırıyorsunuz… Çok fazla üçlük deniyorsunuz. Belki de takımın iplerini biraz salıyorsunuz. Bu kadar detaycı olup çok hızlı oynayabilmek basketbol tarihinde çok nadir görülen bir durum. Sizce antrenörlüğünüz ve takımınız bu yöne doğru mu ilerliyor?
Çok emin değilim. Barcelona ve Zalgiris’te de idmanlarım ve anlayışım hep aynıydı. Şu anki yaklaşımıma da aynı. Ben her zaman hızlı hücum çalışırım. Hep çalıştırdım. Bazen Barcelona’da koşabiliyorduk, bazı sebeplerden hep yapamıyorduk. Fenerbahçe’de daha istikrarlı koşabildiğimize inanıyorum. Bu oyuncularla alakalı. Git-gel yapmaya hazırlar mı? Fiziki olarak hazırlar mı? En önemli kısmı bu. Oyuncular senin fikirlerini nasıl sahaya yansıtacak?
Önceki Final Four takımlarınıza bakarsak… Zalgiris’te Arturas Milaknis için çok fazla perde çıkışı setiniz vardı. Barcelona’da Alex Abrines’e bunu yapıyordunuz. Zalgiris’te Vasa Micic için bile sırtı dönük oyun setleriniz vardı. Nigel, Jankunas… Çok fazla sırtı dönük oyun çeşitliliğiniz vardı. Barcelona için de Mirotic ve farklı oyuncular için oynardınız. Lapro ile ikili oyun oynardınız. Bu takımda Milaknis gibi bir uzman şutörünüz yok. Çoğunlukla sırtı dönük oyunlarınız erken hücumlarda gerçekleşiyor. Aradaki fark ne? Bu takımı Final Four’a götürmeyi nasıl başardınız?
Fark oyuncularda. Farklı oyunculara sahip olduğum için oyun sistemini değiştirmek zorundaydım. Her zaman oyuncularınıza adapte olmanız gerektiğini düşünürüm. En önemlisi onlardır. Biraz daha bire bir oynuyorum Tyler Dorsey, Scottie Wilbekin ve Marko’yla… Neticede, kendinizi ayarlamak zorundasınız. Tüm iş bu.
Yani bu durumda antrenör olarak siz oyunculara adapte oluyorsunuz?
Bence başka türlüsü olamaz. Çoğunlukla oyuncularıma adapte olmak zorundayım. Tabii sonra da felsefesi var. Oyuncularımız da bize adapte olmak zorundalar. Ben de diğer antrenörlerden farklı değilim. Mümkün olan en iyi savunmayı yap, atabildiğin en çok sayıyı at ve takım olarak oyna. Tabii ki bunlar sahip olmak için her gün savaşmanız gereken klişeler.
Sizi değerlendirmek için hep bir yaz beklemek gerektiğini, kendi kadronuzu kurmanız gerektiğini düşünüyordum. Ancak şimdi Final Four’dasınız. Sizce çıta çok mu yukarı çıktı?
Bunu saklamanın bir yolu yok. Sonuçta Final Four’a hemen gittik. Aynı zamanda, bu Fenerbahçe’nin beklentileri. Kolay olduğu anlamına gelmez. Her sene gerçekleştireceğin anlamına da gelmez. Gerçek bu. Bence koç olarak bu kadar yüksek hedefleri olan bir kulüpte çalıştığım için şanslıyım. Çıtayı çok mu yukarı çektik? Çok da önemli değil. Çıta, bizim kendimize koyduğumuz yerdedir. Her gün çalışarak, her gün beklentimiz buraya gelip profesyonelce davranmak. İşler yolunda gitmezse, en azından elimizden geleni yapmış olacağız.
Kazanmak bir şey, sahada bir felsefe oturtmak başka. Sizin hayalinizdeki basketbol takımı nasıl?
Her koç için hayal inanılmaz savunma yapıp, rakibi 30-40 sayıda tutmaktır. Yatağa girdiğimizde bunun rüyasını görürüz. Sonra baskı yapıp, topu çalıp 100 sayı atmak isteriz. Bu olmayacak. Rakipler de çok iyi. Bilhassa Avrupa basketbolunda her şey çok dengeli. Her detay en önemli şey oluyor. Yanlış yapılmış bir faul, kötü bir box-out maçın sonucunu belirliyor. Hayal hep orada ama çoğunlukla bunlar boş hayaller.
Yine de hayalinizden bahsederken önce savunmayı konuştunuz. Savunmada daha önceki final four takımlarınızda ana stratejiniz adam değişmeydi. Fenerbahçe’de bu takımın adam değişme savunması yapması çok kolay değil.
Hayır. Çok çeşitli bir kadro bu. Papagiannis’le, Motley’le, Nigel Hayes’i beşe çekip adam değişme savunması yapabilirsiniz. Farklı savunmalar deneyebilecek bir yapımız var. Sadece reaksiyon vermeniz lazım. Buraya geldiğimde ribaund istatistiğimiz çok kötüydü. O yüzden adam değişme savunması yapıp ribaundlarda sorun yaşamak istemedik. Takımın sorunlarını tespit edip ona göre çözüm üretmelisiniz.
Monaco serisindeki o kısa beş için ne dersiniz? Özellikle ilk maçta Sertaç faul problemine girdikten sonra çok kısa sürede kısa beşe döndünüz ve işe yaradı.
BSL’de de, başka maçlarda da denemiştik o kısa beşi. Motley’nin olmaması, diğerlerinin en iyi gününde olmaması gibi etkenler bir araya gelince bunu denedik. Biraz zorunda kaldık ama bu opsiyonumuz var.
Seri ne kadar dramatikti?
Deliceydi. Bence kimse konuşmuyor ama yedi-sekiz sayıyla kazandığımız üçüncü maç hariç tüm maçlar son topa kaldı. İki maç uzatmaya gitti. Kazanacak kadar şanslıydık. Bence ikinci maçta kontrolü elimize alma fırsatımız vardı. Dördüncü maçı burada kazanma fırsatımız da vardı. O maçta top bizden yana değildi, beşinci maçta bizden yanaydı.
Nick Calathes o şutları atarken aklınızdan neler geçti?
Gerçekten hiçbir şey geçmedi. Sadece iyi bir şut bulmaya bakıyordum. Nick ayaklarını kurmuştu, bu arada ayaklarını kurduğu zaman attığı üçlüklerin yüzdesi bir hayli yüksek. O noktada iki takım da boş şut bulmakta çok zorlanıyordu. İkisi de kötü opsiyonlar değildi. Dediğim gibi, top girmeyebilirdi de. Bu konuda dürüst olmalıyız.
Koç olarak üç farklı takımı Final Four’a taşıdınız. Bu üç takımın arasındaki benzerlikler neydi?
Söylemesi çok zor. Hep farklı oyuncular vardı. Zalgiris’te playoff’a kaldığımız için bile şaşkına dönmüştük. Olimpiakos’un en iyi döneminde olmadığını biliyorduk. Bizim de iyi durumda olduğumuz bir dönemdi. Barcelona, Fenerbahçe gibiydi. Final Four’da olmanız bekleniyordu. Evet, kulağa geldiği kadar kötü. Benzerliğin ne olduğunu bildiğime emin değilim. Oyuncular takımın çıkarları için kendilerinden fedakârlık ediyor. Buna ulaşmak çok zor.
Şimdi rakibiniz Panathinaikos. Oyuncu olarak efsanesi olduğunuz bir kulüp. Final Four’daki maçtan ne bekliyorsunuz?
Burası Final Four. Zor olacak. Bunda bir sır yok. Tipik bir Ergin Ataman takımı. Guard’ların yönlendirdiği ikili oyunlar temelinde, tüm kararların kısalar tarafından verildiği bir takım. Tabii ki oraya odaklanacağız. Fakat diğer oyuncuları da unutamazsınız. Dediğim gibi, bence Panathinaikos ve biz eşit güçteyiz. Sürekli detaylardan ve küçük şeylerden bahsetmeniz gerekiyor. Bir topu orada nasıl çalacağınızı, öbür tarafta kolay bir basketi nasıl atacağınızı düşünmeniz gerek. Bu Final Four. Zaten zor olması gerekiyor.
Atmosfer?
Bilmiyorum. 2009’da iki Yunan takımının orada olduğu bir Final Four tecrübem var. Şimdi Fenerbahçe’yi de işin içine katıyorsunuz. Bence çılgınca olacak. Yine de bunu çok düşünemeyiz, sahada yapmamız gereken işler var.
2009’dan bahsettiniz. O takımda siz, Dimitris Diamantidis ve Vassilis Spanoulis vardı. Ayrıca Drew Nicholas da bu takımdaydı. Sizce neden o tip guard’ları bugünün basketbolunda görmüyoruz?
Aslında var ama bazıları NBA‘de. Artık bu oyuncuları tutmak çok zor. Finansal olarak Euroleague ve NBA’in arasındaki fark çok daha artıyor. Kolay değil. O dönem hep görkemli yıllar olarak hatırlanacak.
Aynı zamanda genç bir basketbolcunun babası olarak neden alttan çok fazla isim geldiğini görmüyoruz.
Bence geliyorlar. NBA bazılarını alıyor.
Fakat çok fazla eski usul oyun kurucu yok, Calathes gibi.
Bence genelde klasik oyun kurucu fikri kayboluyor. Şimdi oyun kurucular topu çok elinde tutuyor, 20 sayı atmak istiyorlar. 50 sene önce klasik basketbolda oyun kurucular topu getiriyor, diğerlerine pozisyon hazırlıyor. Bugünün oyun kurucuları geçiş hücumunda attıkları üçlüklerle size bir baskı oluşturuyor. Bu şekilde savunması daha zor, kıyaslama kabul etmez.
NBA’den bahsederken artık basketbolda bir sınır kalmadı. NCAA de geliyor. Türkiye’de de yedi yabancılı sistemin olduğu, sahada bir yerli tutacağınız bir kural açıklandı. Bu konudaki fikriniz nedir?
Sınırlamanın olduğu kurallar daha önce Rusya, İsrail ve yine Türkiye’de de denendi. Amaç milli takıma hizmet etmekti, ancak tam tersi oldu. Hiçbir milli takıma faydası olmadı. Basketbol Süper Ligi yedi yabanıyla daha iyi olacaktır. Taktiksel olarak, takımı nasıl yönettiğinize dair bir farklılık getirecektir. Ancak genel konuşursak, bu yerli oyuncu oynatma kuralı, ki bazı ülkeler bunu 3+2 olarak kullanıyordu, hiçbir zaman işe yaramadı.
Sizce neden işe yaramadı?
Bence bu kural, yerli oyuncuları takımdaki yerleri için savaşmaktan uzaklaştırıyor. Kendilerini zorlamıyorlar çünkü garanti bir yerin olduğunu biliyorlar. Doğru yol bu değil. Sadece basketbolcular için söylemiyorum, her insan için böyle… En iyi halinizi göstermek zorunda olduğunuz, kendiniz için mücadele ettiğiniz sürece en iyi zirveye çıkar.
Buraya geldiğinizden beri Emre Ekşioğlu’nu ligde ve Türkiye Kupası’nda rotasyon oyuncusu olarak değerlendirdiniz. İlk beş çıktı. Ömer Ege Ziyaettin de 15 yaşında parkeye çıktı. Sizin yerli oyunculara yaklaşımınız nedir?
Kendimize saygı duymamız gerekiyor. Fenerbahçe’nin altyapısı var ve o çocukların hayali A Takım’da yer almak. Onlara her fırsatı vermemiz gerekiyor. Bence her kulüp ve ülke için yerli oyuncular çok önemli olmalı. Yine de bunun bir proje dahilinde yönlendirilmesi gerekiyor. Fenerbahçe inanılmaz bir seviyede. Bu seviyede oynayabilecek kadar iyi olmaları lazım.
Taraftara bir mesajınız var mı?
Bu desteğe sahip olduğum için minnettarım. Umarım bu şekilde devam ederler. Şu anda Fenerbahçe taraftarı olmak çok kolay. Bence esas taraftarlık göstergesi zor anlarda takımı nasıl desteklediğiniz. Eninde sonunda zor anlar gelecek. O dönemlerde de her zaman olduğu gibi birlikte durmalıyız. Berlin’den bahsedersek, orada çok sarı görmek istiyorum.
Bu seviyede oynayabilecek kadar iyi olmaları lazım diyorsun da her yabancı her maç çok iyi mi oynuyor? Fenerbahçe inanılmaz bir seviyedeyse o zaman her maçı kazanması ve her yabancının da o seviyede olması lazım,
öyleler mi peki,hayır. Önemli olan herkese eşit şans ve süre verip,adil rekabet ortamı yaratmak sırf yabancı diye birilerini sürekli oynatmamak,parlatmaya çalışmamak…Türk oyuncuların bazılarının yabancı kuralına sırtını dayayıp tembellik ettiği doğru da herkes de öyle değil. Ayrıca Avrupa’da belki de en iyi basketbol organizasyonuna sahip olan Almanya’da 3+2 kuralı var ve oradan çok iyi oyuncular çıktı,
çıkacak da. Sen olaya kulüp ve kendi açından bakıyorsun…
Çok doğru söylemiş. Aklın yolu bir.
Evet Saras’ın durduğu noktadan görünen ve yetişmiş olduğu basketbol kültüründen bakıldığı zaman yüzde yüz haklı. Ama bizdeki durum farklı. Hale hazırda uzun yıllardır elimizde bu duruma örnek olacak yetiştirdiğimiz oyuncumuz yok! Yetiştirebilecek organizasyon ve koçumuz da yok… Belli dönemlerde özel koçlarımız çalışkan yetenekli isimleri doğru yönlendirmelerle yetiştirmişlerdi. Ama bunu sistematik bir duruma getirmediysek bu rastlantısal bir durum olur! Şimdi bu isimler ununu elemiş eleğini asmış… Elimizd ne örnekler var peki! Üst seviyelere hazırlayamadığımız yani potansiyelinin tümüne ulaştıramadığımız basketbolcularımız ve ahbap eş dost çocuğu diye destekleyerek zorla iyi gelirli “basketbolcu” yaptıklarımız var!
Röportajın başlığa da taşınan “4+3 yabancı kuralı hakkında…” kısmıyla ilgili olarak : neyin yarayıp neyin yaramadığını milli takıma, biz bu ülkede çok çok daha iyi biliyoruz, tecrübeyle sabit. Bunu tartışacağımız kişi kendisi değil. Koçtan ve takımından bu haftasonu çok iyi performans bekliyor ve inanıyoruz.