Sky TÜRK’teki Basketbol Nostalji programı enfesti.. Sunucular Roksan Kunter ve Gürkan Kağan Öztürk katılanları tanıtıp söz verdi.. Süre bitince de programı kapattı.. Yani arada yeni bir soru sormalarına gerek kalmadı.. Programı başlattıktan sonra yemek yiyip, bir saat sonra stüdyoya dönseler, kimse fark etmezdi..
Bu, eskilerin ne kadar esprili, donanımlı olduğunun göstergesiydi.. Şimdi çocukları oturtsanız o sandalyelere, inanın o programdan bir şey çıkmaz.. 300 kelimeyle kendilerini ifade etmeye çalışan, bilgisayar oyunlarına teslim oldukları için yaratıcılık tarafları bulunmayan, en büyük danışmanları “google” olan zamanelerin durumu gerçekten vahim.. Sadece basketbolcuları kastetmiyoruz tabii..
Katılımcılar tertibim olur.. (Hamili kart yakinimdir, gibi oldu) Hepsinin, şahit olduğum hikayeleri vardır..
Biraz da onları ben anlatayım…
REŞAT GÜNEY: Zamanının en iyi şutörlerindendi. Şut atarken savunmanın ayağına basıp sakatlanmaktan korktuğu için her şutundan sonra, kendini yere atardı. Onun zamanında üçlük çizgisi olsa 3-6-9-12-15 diye saydırırdı. Maalesef FIBA üçlük kuralını ona yetiştiremedi. Son yıllarında, her yaşlı oyuncu gibi çenesine vurmuştu. Barış Güney ve Alican Güney’in amcası olur. Basketbolu bıraktıktan sonra antrenörlüğe başladı.
Sene 1995 olabilir. Reşat, o tarihlerde 1. Ligde oynayan NETAŞ takımının antrenörü. Rakipleri PTT (Şimdiki Türk Telekom).. Bendeniz de hakem. İlk yarının son saniyesinde sanırım Aziz Bekir (PTT) kendi sahasından topu çembere fırlattı. Top Ankara Atatürk Salonu’nun Migros tarafındaki potanın arkasındaki demirlere çarptı, 30 saniye cihazının etrafında dolaştı (Henüz 24 saniye kuralı gelmemişti), sonunda çemberden geçti.. Ben de atış çok uzaktan yapıldığı için şaka olun diye, iki elimi açtım, “5 sayı” dedim.. Reşat koştu, geldi.. ”Yahu Necip, görmedin mi? Top demirlere çarpıp öyle girdi.” İstifimi bozmadan, kendimden çok eminmiş gibi, tekrarladım: “5 sayı”
Reşat benden ümidini kesince pazarlığa başladı:
“Bari 3 sayı ver”
BATTAL DURUSEL: Müthiş savaşçıydı.. Çok sert oyuncuydu.. Herkesi sever ama herkese vururdu. Öyle bir Beşiktaşlıydı ki, başka bir kulübün yöneticisi ona transfer teklifi yapmak cesaretini gösteremezdi. Basketbolu bıraktıktan sonra yıllarca Beşiktaş‘ın menajerliğini yaptı.
Abdi İpekçi’de bir Beşiktaş maçı.. Battal menajer. Beşiktaşlı oyunculardan biri boş turnike kaçırınca Battal sinirlenip ayağını sert bir şekilde öne doğru hareket ettirdi. Bir mokasen ayakkabının tavandaki skorboarda doğru yükseldiğini gördük. Biraz bol olduğu anlaşılan ayakkabı, Battal’ın ayağından çıkıp, uçuşa geçmişti. Ayakkabı bir süre sonra hava atışının yapıldığı orta daireye düştü. Battal hakemlerden özür diledi. ”Baba kusura bakmayın, bundan sonra maçlara bağcıklı ayakkabı ile çıkacağım.”
MELİH ERÇİN: Eczacıbaşı’nın şampiyonluklarında büyük katkısı olmuştu. Bir an boş bırakmaya gelmezdi. Zamanın iyi şutörlerindendi.
Play-off’tan önce Spor sergi’deki son maçta turnikeyi attıktan sonra hızını alamayıp, fotoğraf çeken Tercüman Gazetesi foto muhabiri Oktay İybar’ın (Tiyatrocu Demet Akbağ’ın babası) malzeme çantasına çarptı. Eli kırılmıştı. Oktay İybar çok üzgündü: “Özür dilerim”. Melih o durumda bile kibarlığını bozmadı. “Rica ederim abi, siz görevinizi yapıyorsunuz”. Melih play-off’larda oynayamadı ve Eczacıbaşı o sene şampiyon olamadı.
NUR GERMEN: Arkadaşlığımız TED Ankara Koleji’ndeki ortaokul yıllarına (Neredeyse yarım asır. Yaşlanmışız yahu.) dayanır. Basketbol sahasının dışında da birlikte zaman geçirirdik. Galatasaray’a transfer olunca Nur Danişment’ten dolayı “Küçük Nur”, ya da “Pöti Nur” olarak bilinir. Hiç atletik bir oyuncu değildi ama çok zekiydi. Sahayı 360 derece açıyla görür, enfes asistler yapardı.
Nur Germen, Nasaş’ı çalıştırıyor. Ligde durumları çok sıkıntılı. Son sıradalar. İTÜ maçı. Ben de hakem olarak sahadayım.. İlk yarıyı Nur’un takımı 22 sayı önde bitirdi.. Maçı ise 1 sayıyla kaybetti.
Maç bittikten sonra arabama bindim, iş yerime dönüyorum. Tam Çapa Hastanesi’nin önünden geçerken burnumdan kan boşaldı. Direkt Acil’e gittim. Doktor, “Damarınız patlamış. İyi ki de patlamış. Başka sonuçlar meydana gelebilirdi, bir şeye mi üzüldünüz?” dedi. “Evet” dedim.. “Küçük Nur mağlup oldu” Doktor şaşkın, şaşkın yüzüme bakmıştı.
NECATİ GÜLER: Oyunun temposunu belirlemekte üstüne yoktu. Ne zaman topa basılır, ne zaman hücuma hız verilir. Necati bilirdi. Takımının sahadaki antrenörüydü. Yıllar sonra sağlıklı yaşam için basketbol oynarken, beni bile oyuncu yapmıştı. Tofaş salonunda aynı takımda ondan aldığım paslarla 3’lükler atarken, rakip takımdaki Turgay Demirel yanındakilere kızmıştı: “Şu adamı mı tutamıyorsunuz?” (O adam benim)
Yıl 1973 veya 74.. Mersin’deki Türkiye Liseler Şampiyonası’nda Tarsus Amerikan Koleji birinciliği kıl payı kaybetmişti ama oyun kurucuları müthiş oynamıştı. Ankara’ya gittiğimde o tarihte federasyonun 2 numaralı ismi olan Hüsamettin Toğuzoğlu’na “Abi, Tarsus’ta çok iyi bir çocuk var. Yıldız Milli Takım’a çağırsanıza” dedim. Bana kızdı. “Sen ne anlarsın. Anadolu’dan gelecek, milli takıma girecek. Kolay mı?”
O çocuk Necati Güler’di. (Muratcan ve Sinan’ın babası) İstanbul’a transfer olduktan sonra, her milli takıma seçildi.
AHMET KURT: Türk insanına verdiği moral çok önemlidir. “Basketbolu herkes oynayabilir, çelimsizler bile”. O dönemde paralar çok küçüktü ama eğlenmek için oynayanların başında Ahmet Kurt geliyordu.. Eğlendi ve bıraktı.
Kadıköyspor’da oynarken bir Beşiktaş maçının son saniyesinde Fehmi Sadıkoğlu’nun üzerinden galibiyeti getiren sayıyı atmıştı. Sonrasındaki görüntü muhteşemdi.. Fehmi, Ahmet Kurt’u omuzlarına alıp, sahanın etrafında tur atmıştı.. Bundan güzel tebrik olur mu? Ya da böyle bir centilmenlik örneği günümüzde yapılabilir mi?
Beşiktaş’ta oynarken de Eczacıbaşı antrenörü rahmetli Aydan Siyavuş, “Bırakın atsın” demiş, Ahmet Kurt çok uzaklardan sayıyı attıktan sonra, rakip benche seslenmişti: “Senin içindi.”