Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;
“Değişmeyen Tek Şey Değişimdir” yazımda 21. yüzyılda çocuklarımıza kazandırılması gereken beceriler arasında yer alan önemli maharetlerden biri olarak ‘eleştirel düşünce’ den söz etmiştim.
Yazı ile ilgili yapmış olduğum sohbetlerde ‘eleştirel düşünce’ ile ‘eleştiri’nin karıştırıldığını fark ettim. Bu durum üzerine ‘eleştirel düşünce’ hakkında, elimdeki kaynaklar ve yayınlanan makalelerden faydalanarak bir yazı yazmaya karar verdim.
İngiltere Kralı II. Charles’la ilgili ilgili muhtemelen uydurma olan güzel bir hikâye var.
Londra kraliyet Topluluğu’nun kuruluş yıl dönümü anısına verilen bir akşam yemeğinin sonunda Kral, akademik topluluğun üyelerine bir soru soruyor:
“Diyelim ki bir terazinin iki kefesine dengeli ve eşit ölçüde ağırlığa sahip iki kova su sabit bir şekilde yerleştirilmiş. Bu kovalardan birine iki canlı balık konulmuş. Acaba balıkların konulduğu kovanın diğer kovadan daha ağır olmamasının sebebi nedir?”
Sorunun cevabına geçmeden önce siz sevgili okurlar da sebebi nedir diye düşünmek ister misiniz?
Oradaki birçok kişi açıklamalarda bulunmuş. Kendi önerileri için kendilerine göre net birtakım gerekçeler sunmuşlar. Sonunda birisi şöyle cevap vermiş: “Balıkların konulduğu kova, diğerinden daha ağır olurdu.”
Bu kişinin yaptığı şey kralın varsayımını reddetmek; bir nevi “kral çıplak” vakası da diyebiliriz. Yani kralın sorusu zaten baştan şaşırtmalı. Kafayı çalıştıran kişi, sorunun mantığını da sorgulamış. (Latince bir söz olan “Nullius in verba”, “İnsanların her dediğine bakma” sözünden yola çıkmamız sanırım daha doğru olur.)
Kralın yaptığına “çok soru yanılgısı”, “şaşırtıcı soru yanılgısı” ya da “karmaşık soru yanılgısı” da denir. Soruyu soran gerçek bir cevap arıyor değildir ama ciddi bir üslupla sorduğunda çoğu kez, karşısındakinden tam da istediği gibi ‘yanlış’ bir cevap alır. İnsanları manipüle etmek için harika bir yöntem!
Bize doğru ya da iyi diye sunulanın bir adım ötesine geçerek düşünmek, sunulan seçeneklerin geçerliliğini sorgulamak hata yapmamızı engellemesi açısından önemli bir durumdur. (1)
Yine yaşanmış olan bir başka olay ise;
Bir dönem sosyal medyada viral olan videoda, bir Türk vatandaşına dünyanın en değerli madeninin ne olduğu soruluyordu. Vatandaş, kendinden çok emin bir şekilde “kontoryum” diye cevap verdikten sonra, vaktiyle bir devlet büyüğünün yaptığı antlaşma yüzünden bu madeni bizim çıkartamadığımızdan yakınıyordu. Madenin miligramıyla araçların 200 yıl benzin kullanmadan gittiğini, İstanbul Boğazı’nın altında olduğunu, bu antlaşmayı yapan zihniyetin ülkeyi batırma oyunları oynadığını hararetle savunuyordu.
İşin aslı şu ki, kontoryum diye bir maden yok. Bir başka sosyal medya kullanıcısı, sırf şaka olsun diye böyle bir maden ismi uydurmuş, kontoryumun en değerli maden olduğunu iddia eden bir video çekip internete koymuş! Video kısa sürede viral olmuş ve milyonlar tarafından izlenmiş. Videoyu çeken kişi “Farkında olmadan Türkiye‘nin en popüler trollemelerinden birini yazmışım” diyor…
MIT Üniversitesi’nde 3.000 kişilik araştırmanın ortaya koyduğuna göre, insanların sosyal medyada gördükleri bir içeriği paylaşma arzusu o içeriğin doğruluğunu görme yetisine engel olabiliyor…Bir haber bize çekici geliyorsa, sahte haber olduğunu anlama ihtimalimiz düşüyor. Üstüne birde ilginç ya da eğlenceli bulduğumuz içerikleri herkesten önce paylaşma hırsımızı ekleyince “akıl süzgecimiz” çoğu zaman devre dışı kalıyor.
Beğeni alacak haberlerin paylaşılması sosyal medya algoritmalarının işine geldiğinden yanlış bilgi akışına karşı önlem almıyorlar. Bu nedenle sosyal medya kullanıcılarının ‘eleştirel’ düşünmeleri gerekiyor. Maalesef çoğumuz bilgiyi (kaynağından) teyit etmekten çok bilginin bize getireceği gösterişin peşinde koşuyoruz.
Eleştirel düşünme, sadece bir şeye inanmadığını belirtmekten ibaret değil. Gerçek eleştirel düşünmede sorulması gereken sorular var.
· Konuyu tüm yönleriyle adil bir şekilde düşündüm mü?
· Kendi görüşlerimle çakışan yeni bilgilere açık mıyım?
Yukarıdaki sorulara cevabımız hayır ise, amacımız doğru ya da yanlış sadece kendi bakış açımızı savunmaksa, o zaman eleştirel düşünmeden söz edemeyiz. Cevabımızın kâğıt üzerinde evet olması da her zaman uygulamada böyle davrandığımız anlamına gelmiyor.
Jung “İnsan yaptığı şeydir, yapacağını söylediği şey değil” demektedir. (2)
Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;
Akademisyen Etem Yeşilyurt 2021’de kaleme aldığı kapsamlı makalesinde;
“Eleştirel düşünceye sahip insanların doğal şüpheciler olduğunu, pasif değil genellikle aktif olduklarını, soru sorduklarını, analiz yaptıklarını, anlayışlarını geliştirmek, doğrulamak ve anlamlandırmak için belli stratejileri uyguladıklarını, bencil ve benmerkezci olmadıklarını, ilkeler bağlamında düşünüp yaşadıklarını, kendi inandıklarına meydan okumaya” gönüllü olduklarını belirtiyor.
“Meraklı, açık fikirli, önyargısız, tevazu sahibi, geri bildirim veren, başkalarını dikkatle dinleyen, düşüncelerin analizinde çeşitli ölçütler kullanan, görüşlerini desteklemek için sürekli kanıt-neden arayan, kaynağın güvenilirliğini teyit etmeye çalışan, farklı görüşleri inceleyip karşılaştıran öğrenciyi de eleştirel düşünen öğrenci” olarak tanımlıyor.
NEDEN ELEŞTİREL DÜŞÜNEMİYORUZ?
Eğitim ve okuma oranlarının düşük olduğu, tartışma ve iletişim kültürünün zayıf olduğu, güvenin ve öz güvenin eksik olduğu, otoriter yönetim biçiminin hâkim olduğu ortamlarda çocuklara eleştirel düşünme becerisi kazandırmak, istisnai durumlar dışında ütopik bir beklentiden öteye geçemiyor. Yapılan araştırmalar (istisnalar dışında) ailenin eğitim seviyesi ile eleştirel düşünme arasında yakın ilişki olduğunu ortaya koymuş.
Çocuğun ilk mezun olduğu okul olarak “aileyi” kabul ettiğimizde, o ailedeki ebeveyn-çocuk ilişkisini de konuşmamız gerekir;
Araştırmacı Allen Raskin ve arkadaşları; ailede çocuğun duygu ve davranışlarının kabul görmesi, çocuğa sevginin ifade edilmesinin yanı sıra sevgiyle yaklaşılmasının ‘eleştirel düşünme’ becerisinin gelişmesi yönünden büyük önem taşıdığını belirtmektedir.
Raskin ve arkadaşları, ailelerin kaçınması gereken durumlar arasında; çocukların aktivite ve rutinlerini aşırı derecede düzenleme, bağımsız hareketine izin vermeme, çocuklara ne düşünecekleri ne hissedecekleri konularında talimat verme durumları olduğunu ifade etmektedirler.
Bu durumların çocukların özsaygı ve eleştirel düşünme becerilerinin gelişimine ket vurduğu gibi, ailenin tüm kontrolü çocuğa devretmesinin de çeşitliliğin diğer olumsuz ucunun oluşmasına neden olacağını belirtmektedirler.
Eleştirel düşünme kaslarımızın zayıf olma nedenlerinden biri de “eğitim sistemimizin sorgulamayı, düşünmeyi teşvik etmesi yerine itaati ve ezberi teşvik etmesidir.”
Araştırmalar yanlış bilimsel inançların İlkokuldan itibaren sorgulatmaya başlanmaması durumunda daha sonrasında değiştirmenin zor olacağını ortaya koyuyor. Okullarımızın yüz yıldan beri bu anlamda bir değişikliğe gitmediği gibi giderek daha da olumsuza gittiğini göz önüne aldığımızda işimizin kolay olmayacağını söylemek sanırım yanlış olmayacak. (3)
“Hakikatin önemini yitirdiği, bireylerin karar verirken ya da bir konu hakkında kanaat getirirken doğrunun, nesnel gerçeklerin yerine duygu ve inançlarla karar alması da eleştirel düşünmeyi zayıflatan önemli nedenlerden biri olarak söyleyebiliriz.”
Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici arkadaşlarım ve okurlarımız;
Son sözü Montaigne’e bırakıyorum:
“Okullarda bize erdemi aramayı ya da bilgeliği kucaklamayı değil ancak bu sözcüklerin türemiş hallerini ve köklerini öğrettiler… Ama asıl önemli soruyu sormak, en son aklımıza geliyor. ‘Daha iyi bir insan, daha bilge biri oldu mu?’ Oysa kimin daha çok şeyden anladığını değil kimin daha iyi anladığını merak etmeliyiz. Biz yalnızca belleğimizi doldurmakla uğraşıyor, kavramayı, doğruyu yanlıştan ayırt etme becerisini kazanmayı o kadar da önemsemiyoruz.”
Saygılarımla
Kaynak : Düşleyen Düşünen Dönüşen İnsan s: 200-239
(1) S:206-207, (2)S:203-204, (3)S: 212-214