Perşembe, Şubat 6, 2025
spot_img

Odaklanmayı Nasıl Başarabileceğiz? -1 (Naci Özonay)

- Reklam-

Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;

21. Yüzyılın Süper Gücü yazımda odaklanamamanın insanda birçok yönüyle yarattığı olumsuzlukları ifade etmeye çalıştım.

Bu odaklanamama tehlikesinin her gün, her saat çocuklarımızı, gençlerimizi kuşattığına ve yuttuğuna da üzülerek hep birlikte şahitlik etmekteyiz.

Peki o zaman dört koldan dikkat dağıtıcıların olduğu bir çağda odaklanabilmeyi nasıl başarabileceğiz?

The Gutenberg Elegies kitabında yazar Sven Birkerts derin okumayı “bir kitabı yavaş ve meditatif bir şekilde ele geçirme” şeklinde tanımlamış. Birkerts’e göre derin okuma kelimelere değil, okuduğumuz kelimeler aracılığıyla hayatlarımızı nasıl hayal ettiğimize odaklanan bir süreç. Kitabı çok daha derin düzeyde deneyimlememize yardımcı olan bir farkındalık hali.

Derin okumak sadece öğrenmek ya da keyifli vakit geçirmek için değil, “beyni korumak”, dünyanın karmaşıklığını anlayabilecek analiz ve sentez kabiliyetini arttırmak ve odaklanma kapasitemizi güçlendirmek için bugün her zamankinden çok daha önemli.

İnternet üzerinden bir metin okurken bir anda beliriveren reklamlardan ve videolardan muaf olan basılı kitaplar, derinleşebilme namına elimizde kalan son kalelerden. Bununla birlikte basılı bir metni okurken bile zamanın %20-40’ında odağımız dağılıyor.

Odaklanmayı güçlendirmek için “okumak gerekiyor”, ancak ironik biçimde okumaya odaklanamıyoruz! Odağımız ne kadar dağılırsa, kavrayışımız o kadar azalıyor. “Okumuyoruz, okuyormuş gibi yapıyoruz.”

Ne kadar zorlanırsak zorlanalım, odaklı kitap okumak çok değerli. İşinde büyük başarılar yakalayan insanların bir numaralı faaliyeti olan kitap okumak, yüzyıllardan beri değişmedi.

Elon Musk büyürken günde iki kitap okuyormuş. Bill Gates yılda elli kitap, Mark Zuckerberg ise haftada en az bir kitap okuyor. Dikkatimizi dağıtacak teknolojiler geliştirmek için gece gündüz çalışan teknoloji gurularının bu kadar çok kitap okuması üzerinde düşünmeye değer durum değil mi?

Çocuklarımıza çok test çözdürmek yerine kitap okutmamız gerektiğini kaçımız biliyor? Bugün çok popüler olan kodlama becerisi için analiz-sentez gerekmektedir. Bu “analiz-sentez” olayını güçlendiren en önemli faktörlerin başında ise kitap okumak gelmektedir…

Derin okuyamadıkça derin düşünemiyoruz… Özellikle gün boyunca sosyal medyada kısa, aforizmik, atomik, bağlamdan kopuk metin parçaları bizi giderek sığlaştırıyor.

Popüler sosyal mecralar az sayıda karakterle çok işler başarabileceğimiz algısını yaratıyor… yüzeyselliğin yücelttiği bu mecralarda paylaşımın zeki, çevik ve “ahlaksızı” kabul…

Peki Nasıl Kitap Okumalıyız:

Kitap okurken kendimize soracağımız ilk soru “amacımız ne?” Sorusu olmalıdır.

Filozof Mortimer Adler, 1940’ta kaleme aldığı “kitapları nasıl okumalı” kitabında, “bir kitabı okumak kolaysa, dil alışkanlıklarınıza ve düşünce biçimlerinize güzelce uyuyorsa o kitap muhtemelen sizi geliştirmez” diyor. Esaslı olan, zor okunan kitaptır.

Kitabı okurken, kitabın kenarlarına notlar almak odaklanabilmek adına diğer bir yöntem. Kalemle yazarak not almanın okuduğumuzu anlama seviyesini arttırma açısından önemi bulunmaktadır. Kâğıda yazarak not almak bilgiyi daha iyi akılda tutabilmeyi sağlamaktadır. Kant boşuna “el aklın uzantısıdır” dememiş.

Okurken bazen durup kendimize, Google’a okuduğumuz konular ile ilgili sorular sormak, okuduğumuzun daha çok aklımızda kalmasına neden olur.

Okuduklarımız üzerine düşünmenin bir yolu da başka biriyle kitap üzerine sohbet edip, kendi gözlem ve çıkarımlarını paylaşırken, karşı tarafında yorumlarını dinlemek bilginin daha kalıcı olmasını sağlıyor.

Bir kitabın önce bir yarısını okumak, devam etmeden önce temel fikirleri not etmek, üzerinde düşünmek veya bir başkasıyla paylaşmak da iyi bir öğrenme yöntemi.

Okuma bitince, temel mesajları özetleyip yazmak da hatırlamayı güçlendiriyor.

Ünlü fizikçi Richard Feynman tekniğini duydunuz mu? Araştırmalara göre bir şey öğrenirken bir başkasına öğrettiğimizde veya bilgiyi hemen kullandığımızda öğrendiğimizin %90’ı aklımızda kalıyor. Daha güçlü bir hafıza için de en güvenilir yöntemlerden biri. Aynı zamanda bir konuyu bir başkasına basit bir biçimde ifade edebilmek, bilgimizdeki eksik noktaları görmemizi sağlaması açısından çok değerli bir durum.

Bilginin nihai sınavı onu bir başkasına aktarabilme kapasitemizdir. Bu nedenle, öğrenirken en etkili yöntemlerden biri zamanın %50’sini öğrenmeye diğer %50’sini öğrendiklerini paylaşmaya harcamak aynı zamanda iyi bir öğrenme yöntemi olarak görülüyor.

Peki basılı kitaplar mı, dijital kitaplar mı daha iyi? Bu konu ile ilgili ellinin üzerinde araştırma yapılmış, bilimsel kanıt çok. Basılı kitaptan okuduğumuzda, dijital kitaba göre, okuduklarımız daha çok aklımızda kalıyor.

Son zamanlarda çok sık duyduğumuz bir söylem, “ama çocuklar artık kitap okumuyor, ekranı tercih ediyorlar.” Bu duruma kesinlikle katılmadığımı belirtmek istiyorum. Dijital cihazların kullanımı artmış olabilir. Ama kitap okuma alışkanlığını çok güzel bir biçimde yerleştirmiş, tutkuyla kitap okuyan çocuklarımız var. Teknolojiyi kullanmak kitap okumamak anlamına gelmiyor… “Basılı kitap da okuyabilen” konumda olmak birçok yönden çok daha avantajlı.

Okumanın bir diğer önemli faydası da “ömrü uzatması.” 2016’da Social Science & Medience dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, kitap okumak mortaliteyi %20’ye kadar uzatıyormuş…

Üstelik herhangi bir düzeyde kitap okuma, anlamlı düzeyde sağkalım avantajı sağlıyor. Özellikle de 65 yaş üzeri kişilerde boş zamanlarda televizyon izlemek yerine kitap okumaya yönelmek böyle bir avantaj sağlıyor.

Araştırmaya göre “okumak” değil “kitap okumak” bu farkı yaratıyor. Gazete, sosyal medya gönderisi, WhatsApp arkadaş grubundan gelen paragrafları okumak aynı sonucu doğurmuyor.

Değerli Antrenör, Öğretmen, Yönetici Arkadaşlarım ve Okurlarımız;

Aristoteles MÖ 4. yüzyılda yazdığı Nikomakhos’a Etik eserinde çok önemli bir soruya değinir. “İyi bir hayat nasıl yaşanır?” Aristoteles için en iyi ve en güzel yaşam, “aklın yaşamı” dır. Aristoteles kendine yeter mutluluğun ancak derin düşüncelere dalmakla, “theoria”yla elde edebileceğini ileri sürer. Yunanca teori, “bakma seyretme” demektir. Eski Yunanlılara göre bir şeyi bilmek o şeyi zihinle görmektir.

Aristoteles’in mutluluk ile derin düşünme arasında ilişki olduğu savını kabul edersek, çağa hâkim mutsuzluğun, çağa hâkim sığ düşünce ve yüzeysellikle de yakından ilişkili olduğunu söyleyebilir miyiz? Bilginin yüzeysel biçimde geçildiği, dolayısıyla bilgeliğe varamadığı, hiçbir şeye dikkatimizi veremediğimiz bir ortamda kendimizi mutsuz hissetmek de olağan değil mi?

Özetle, odaklanamamak, mutsuzluk, tatminsizlik, verimsizlik gibi sonuçlar doğuruyor. Odaklanmak ise mutluluk, verimlilik, sağlıklı ilişkiler, yaratıcılık ve tatmin getiriyor.

Saygılarımla

Not: Yazımın ikinci bölümünde odaklanabilmek için diğer yapılması gerekenleri belirtmeye çalışacağım.

Kaynak: Bahar Eriş, Düşleyen Düşünen Dönüşen İnsan s:128-133

- Reklam-

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medya

33,250TakipçilerTakip Et
37,608TakipçilerTakip Et
65,321AboneAbone Ol

popüler

zonguldak psikolog
zonguldak bireysel terapi
online terapi